Türkiye’de ve dünyada nüfusun büyük bir çoğunluğu, sağlıklı, besleyici ve yeterli gıdaya erişemiyor. Gıda krizinin hâlihazırda derinleştiğine işaret eden bu durum sebebiyle, ne gıdaya erişim anlamında gıda güvencesinden ne de erişilen gıdaların sağlıklı olması anlamına gelen gıda güvenliği kavramından bahsetmek mümkün.
Dünya Sağlık Örgütü, Haziran başında Dünya Gıda Güvenliği Günü dolayısıyla gerçekleştirdikleri basın toplantısında bu konuya ilişkin ciddi veriler paylaştı. Birleşmiş Milletlerin Cenevre ofisinde gerçekleşen toplantıda dünya genelinde 1,6 milyon insanın güvenli olmayan gıdalar yüzünden hastalandığı ve bu hastalıkların yüzde 40’ının 5 yaş altı çocuklarda görüldüğü açıklandı. Dünya Sağlık Örgütü Beslenme ve Gıda Güvenliği Departmanı Direktörü Francesco Branca küresel gıda tedarikinin giderek birbirine bağlandığını ve güvenli olmayan gıdanın oluşturduğu risklerin artık yerel bir sorun olmaktan çıkıp uluslararası acil bir duruma dönüşebileceğini vurguladı. Branca toplantıda “Dünyanın birçok yerindeki insani krizler gıda güvenliğini tehlikeye atıyor. Gıda, ancak güvenli olduğunda beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilir.” dedi.
Her canlının yaşamını sürdürecek miktar ve koşullarda gıdaya erişim hakkını ifade eden gıda hakkını ve gıda krizine çözüm alternatifi olan gıda egemenliğini, bilim insanları ve alanın uzmanları ile konuştuk. TMMOB Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Ömer Ulaş Kırım, TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi Uğur Toprak, Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zencir, Uzman Diyetisyen Dicle Dilan Salman ve Uzman Diyetisyen Merve Doyranlı Kılıç sorularımızı yanıtladı:
KIRSAL NÜFUSU AÇLIK VE YOKSULLUK BEKLİYOR
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Toprak, gıda güvenliğine dair görüşlerini oldukça kapsamlı biçimde Fikir gazetesiyle paylaştı: “Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2050’de 9,6 milyara ulaşması bekleniyor. Türkiye’ye ilişkin nüfus beklentisi ise yaklaşık 95 milyon olarak öngörülüyor.” diyen Uğur Toprak nüfusun kırsaldan giderek uzaklaştığına dikkat çekti: “2050 yılında dünya nüfusunun %70’inden fazlasının kentsel alanlarda yaşayacağı beklenmektedir. Kentleşme, yaşam tarzlarına ve tüketim kalıplarına da değişiklikler getirecektir. Kentsel nüfusun payı giderek artarken, kırsal alanlar oldukça uzun bir süre için yoksul ve aç çoğunluğa ev sahipliği yapacaktır.”
“Birleşmiş Milletler‘in raporuna göre 821,6 milyon insan yani dünya nüfusunun yüzde 11’i açlık çekmektedir. Açlık oranının en yüksek olduğu yer Afrika Kıtasıdır. Kıta genelinde her beş kişiden biri, Doğu Afrika‘da ise her üç kişiden biri açtır. Rapora göre Afrika nüfusunun yüzde 20‘si, Asya nüfusunun ise yüzde 12‘den fazlası aç görünürken, Latin Amerika ve Karayipler‘de bu oran yüzde 7‘nin altındadır.” diyen Toprak açlığın, özellikle ihracat ürünlerine bağımlı, orta gelirli ve ekonomik büyümenin gerilediği ülkelerde arttığını vurguladı ve şöyle devam etti: “Her kıtada kadınlar erkeklerden daha çok açlık çekmektedir. Kadın-erkek açlığı oranı arasındaki farkın en büyük olduğu yer ise Latin Amerika ülkeleridir. Bununla birlikte dünya genelinde yaklaşık 149 milyon çocuğun açlıkla bağlantılı gelişim sorunları yaşadığı rapor edilmektedir.”
Toprak, gıda güvenliği açısından Türkiye’nin içinde bulunduğu durumuysa şu verilerle açıkladı: “Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından hazırlanan Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de nüfusun yaklaşık 15 milyonu yeterli gıda tüketemiyor ve her ay on binlerce yurttaşımız bu listeye ekleniyor. Türkiye’de 5 yaş altı yaklaşık 1 milyon çocuk akut yetersiz beslenme yaşıyor; yani, çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri alamadığı için gelişemiyor. Yaklaşık 3 milyon çocuk ise kronik yetersiz beslenme yaşıyor.”
“DÜNYADA ÇÖPE ATILAN GIDALAR, 842 MİLYON İNSANA YETECEK MİKTARDA”
Oysa her gün 13 milyar insanı doyurabilecek gıda üretilirken, her 9 insandan 1’i açlık çekiyor, dünya üzerinde herhangi bir yiyeceğe neredeyse hiç erişemeyen 1,8 milyar insan bulunuyor. Bu sayının gün geçtikçe arttığını söyleyen Toprak yaşanan durumun ciddiyetini “çöpe atılan gıdanın bugün dünya çapında yetersiz beslenen yaklaşık 842 milyon insana yetecek miktarda olduğunu unutmamak gerekir. FAO‘nun verilerine göre dünyada her dokuz kişiden biri yatağına aç girerken, yaklaşık 1,4 milyar kişi ise obezdir ve bu nedenle sağlık sorunları yaşamaktadır. Aslında, yaşanan açlık ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetersizliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır.” sözleriyle vurguladı.
Uğur Toprak açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Türkiye‘nin de içinde bulunduğu ülkelerin büyük bir kısmında, gelir dağılımındaki adaletsizlikler nedeniyle, açlık sınırında yaşayan insanların sayısı küçümsenmeyecek düzeydedir. Son dönemde hemen her ülkede yaşanan gıdaya ilişkin sorunlar, önümüzdeki dönemde daha dikkatli olmamız gerektiğini ortaya koymaktadır.
Gelirin, gıdanın ve suyun adaletsiz dağılımı temiz, sağlıklı ve güvenli gıda ile suya ulaşmayı giderek zorlaştığı için sağlıklı yaşamak artık lüks haline gelmiştir. Dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek ve gelecek nesillerin obezite olma riskini azaltmak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemleri uygulanmaya başlanmalıdır. Bugün dünyada yeterli kaynak olmasına rağmen açlıktan, insanların temiz ve adil gıdaya ulaşamadığından söz ediyoruz.”
Güvenli suyun da gıda güvenliği ve gıda güvencesinin olmazsa olmaz koşullarının başında geldiğini vurgulayan Toprak “Yeterli ve güvenli suyun olmadığı koşullarda tarımsal üretimin yeterliliğinden, gıda güvencesinden ve gıda güvenliğinden söz edilemez. Güvenli suya erişim tüm insanlar için bir temel hak olduğu halde, Dünya Sağlık Örgütü 2018 verilerine göre dünyadaki insanların 5,2 milyarı güvenli suya erişebilirken en az 2 milyar insan kirlenmiş su (159 milyonu hiçbir işlem görmemiş dere, göl, vb. su kaynaklarını) kullanmakta ve her yıl yaklaşık 842.000 kişi kirlenmiş kullanım ve içme suyu ile yetersiz hijyenin sebep olduğu ishal vb. hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmektedir ve bunların 361.000’i 5 yaş altı çocuklardır. Gıdaya erişimde görülen dünyadaki dengesiz dağılım, güvenli suya erişimde de benzer şekilde görülmekte, yaklaşık 80 ülkede nüfusun yüzde 40‘ı su talebini karşılayamamaktadır.” dedi.
“KAMUCU TARIM VE GIDA POLİTİKALARINI HAYATA GEÇİRMEK ZORUNDAYIZ”
Güvenli gıdaya erişimde büyük sorunlardan biri olan fiyatlardaki dalgalanmanın olumsuz etkilerini azaltmak için hükümetin acil olarak kayıt dışılığı azaltması gerektiğini aktaran Uğur Toprak sorunların çözümü için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: “Toprak analizleri yaptırarak bölgelerde üretilebilecek ürünleri belirlemeli, arz talep dengesizliğini ortadan kaldırarak alım garantili üretim yaptırmalı, çiftçilerimizi eğitip sözde değil emeklerinin karşılıklarını alabilecekleri şekilde destekleyip yeniden üretime yöneltmeli. Çiftçilerimizi üretimden uzaklaştıran olumsuzlukları düzeltmeli, kooperatiflere müdahaleyi azaltmalı ve daha fazla desteklemeli, üretici kooperatiflerinin yanı sıra tüketici kooperatiflerini de yaygınlaştırmalı, lojistik kayıpların azaltılmasını sağlamalı. Meralarımızı ve tarım arazilerimizi koruyup sürdürülebilir kılmalı, biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlarımıza sahip çıkıp su yönetimi ve gübre kullanımı konusunda daha iyi düzenlemeleri hayata geçirmeli. Çiftçileri, esnafı ve emekçi halkı ekonomik olarak koruma altına almalı. Tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğu unutulmamalı, tarım açısından yeterli toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahip ülkemiz; kendi öz kaynaklarına yönelmeli.”
Uğur Toprak’a göre yaşadığımız bu gıda krizinden kurtulabilmek ancak rant ve beton ekonomisi yerine üretim ekonomisini, sermayenin öncelikleri yerine kamusal ve toplumsal çıkarları, gündelik politikalar yerine planlı kalkınmayı önceleyen “Kamucu Tarım ve Gıda Politikaları”nı savunmakla ve yaşama geçirmekle mümkün. Çünkü “Bugün gıda güvenliğinin sağlanabilmesi için harcanmayacak bütçenin kat be kat fazlasının yarın sağlık harcamaları için kullanılacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.”
“GÜVENLİ GIDADA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK ÇOK ÖNEMLİ”
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Ömer Ulaş Kırım’a göre güvenli gıda dendiğinde “insan sağlığına zarar verecek düzeyde tehlike barındırmayan” gıdaları anlamalıyız. Kırım’a göre “Gıda güvenliği süreci tarlada başlayan ve tüketici ile son bulan kompleks bir süreç, insan hayatını korumayı, sağlıklı beslenmeyi ve gıda kaynaklı hastalıkların önlenmesini hedefler. Tarladan sofraya olan süreçte kendi doğalarından, çevre ile etkileşimlerinden kaynaklanabileceği gibi, tarım ilaçlarının, veteriner ilaçlarının kuralsız kullanımı gibi nedenlerle de oluşabilmektedir.” Kırım, güvenli gıdada sürdürülebilirliği sağlamanın çok önemli olduğunu belirtiyor ve bunun için gerekenleri şöyle sıralıyor:
“Güvenli gıdanın sürdürülebilirliğinin sağlanması için;
- Gıdanın üretilmesinden tüketilmesine kadar olan süreçte tüketicinin sağlığı üzerinde ani, kısa veya uzun vadede tehlike oluşturmaması hedeflenmelidir.
- İçeriği ve üretimi mevzuata uygun olan ürünlerin piyasaya arzı sağlanmalıdır.
- Ülkemizde birincil üretimden itibaren kayıt dışı ve çok sayıda küçük işletmenin varlığı, üreticilerin örgütsüz yapısı izlenebilirliğin sağlanması önündeki en önemli engellerdendir. Bu işletmelerde de izlenebilirliği sağlayan sistemlerin uygulanması önem taşımaktadır.
- Gıda güvenliğinin önemi anlaşılmalı ve bir an önce kamu otoritesi denetleme ve düzenleme görevini yapmak üzere alt yapısını ve insan kaynağını nicel ve nitel olarak artırmalıdır.
- Gıda ile ilgili başta resmi otorite olmak üzere kamunun ilgili diğer kurum ve kuruluşları ile meslek örgütleri, üniversiteler, sektör temsilcileri, üretici birlik ve sivil toplum kuruluşlarıyla gıda güvenliğinin/güvenilirliğinin sağlanması için bir araya gelinmelidir.
- Bu doğrultuda gerek özel sektörde ve gerekse resmi kontrol mekanizmalarında görev yapan Gıda Mühendislerinin gıda güvenliğinin/güvenilirliğinin vazgeçilmez bir parçası olduğu göz önüne alınmalı, meslektaşlarımızın gıda üretim süreçlerinin başından sonuna kadarki tüm süreçlerde etkin biçimde yer alması sağlanmalıdır.
- Özellikle “Gıda Mühendisi” istihdam edemeyecek küçük ölçekteki gıda işletmelerinin, teknik ve hijyen konusunda destek alabilmeleri amacıyla, TMMOB Gıda Mühendisleri Odası tarafından Tarım ve Orman Bakanlığı`na önerilen “Yetkilendirilmiş Gıda Danışmanı” sistemi hayata geçirilmelidir.
- Risk değerlendirme, AB ülkelerinde olduğu gibi bağımsız ve özerk bir yapıya kavuşturulmalı, Gıda ile ilgili bileşenlerden (Meslek Odaları, Sivil Toplum Kuruluşları, Üniversiteler, Sektör vd.) “Bağımsız Gıda Güvenliği Otoritesi” kurulmalıdır.”
GÜVENLİ OLMAYAN GIDALARIN YOL AÇTIĞI SAĞLIK SORUNLARI
Güvenli gıdanın sağlanamadığı durumlarda yurttaşlar ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor. İnsan sağlığı için tehlike oluşturan ve hastalık üreten gıdalara dikkat etmek gerekir. Ulaş Kırım, güvencesiz gıda tüketiminin yol açacağı sağlık sorunlarıyla ilgili şu açıklamalarda bulunuyor:
“Gıda kaynaklı hastalıklar; çeşitli mikroorganizmalarla (bakteri, küf, virüs, parazitler) veya bunların toksinleri ile veya kimyasal maddelerle kontamine olmuş gıda veya içme suyunun tüketilmesi sonucunda oluşmaktadır. Gıda kaynaklı hastalıklar, gıdaların üretilmesi, işlenmesi veya tüketimi zinciri içinde bir veya birkaç noktada oluşan kontaminasyondan (bulaşıdan) kaynaklanabilir, insanlarda kronik ve akut hastalıklara yol açabilir. Genellikle mide, bağırsak sistemi hastalıkları olarak ortaya çıkarlar, hızlı ve etkili bir tedavi süreci yapılmadığı takdirde belirli oranlarda ölümlerle sonuçlanabilmektedir. Her yıl dünyada yaklaşık 600 milyon insan 200 farklı gıda kaynaklı hastalıktan muzdarip olmaktadır. Ayrıca gıda kaynaklı hastalıkların sebep olduğu 420 bin ölüm gerçekleşmektedir.”
Peki güvenli gıdalara sürekli erişimin sağlanması için nasıl politikalar yürütülmeli, bu alanda nelere dikkat edilmeli? Bu noktada Ulaş Kırım sorumluluğun büyük olduğunu vurguluyor ve bu konuda yapılabilecekleri açıklıyor: “Gıda güvencesi, sağlıklı ve faal bir yaşam sürdürebilmek için, herkesin her an ekonomik ve fiziki açıdan yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmesidir. Gıda güvencesinin sağlanabilmesi için yeterli gıdanın var olması, herkesin erişebilmesi, beslenme gereksinimlerini karşılayabilmesi ve süreklilik arz etmesi gerekir. Gıdanın belirli bir bölgede üretiliyor olması gıda güvencesinin sağlandığı anlamına gelmez. Bölge insanlarının gelir seviyelerinin de bu gıdayı satın alabilecek düzeyde olması gerekir.
Gıda güvencesi aynı zamanda yeterli ve temiz suya ulaşabilmeyi de kapsar. Küresel iklim değişikliğinin yarattığı kriz, tarım alanlarının dolayısıyla da gıda kaynaklarının azalmasına neden oldu. Meralarımızı ve tarım arazilerimizi koruyup sürdürülebilir kılmalı, biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlarımıza sahip çıkıp su yönetimi ve gübre kullanımı konusunda daha iyi düzenlemeleri hayata geçirmeli, ülkemizi ithalat sarmalından kurtarıp gıda egemenliği ilkelerine dayalı bir tarım politikasını derhal hayata geçirmeli. Çiftçiler, esnaf ve emekçi halk, ekonomik olarak koruma altına alınmalı. Tarımsal üretimde yerel anlamda üretime ciddi destekleri olan, geleneksel üretim girdilerini kullanan, biyolojik çeşitliliğin, gıda egemenliğinin ve sağlıklı beslenmenin temel unsuru olan aile tarımcılığı ya da küçük çiftçilik desteklenmeli, gıda güvenliğini sağlayan bir biçimde, katma değerli ürün üreten sistemlere entegrasyonlarını teşvik edici ve sosyal korumaya yönelik devlet politikaları geliştirilmeli, ortaya çıkan ürünlerin tüketiciyle buluşabileceği pazarlar yaratılmalıdır. Atılan her adımda, hedef sürdürülebilir üretim olmalı. Tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğu unutulmamalı, tarım açısından yeterli toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahip ülkemiz; kendi öz kaynaklarına yönelmelidir.”
GIDA OKURYAZARLIĞI VE GIDA YURTTAŞLIĞI KAVRAMLARI DİKKATE ALINMALI
Dolayısıyla güvenli gıdayı üretmek ve sürdürülebilir kılmak önemli bir sorun. Bu aşamada herkesin erişimine yetişmek nasıl mümkün olacak? Kırım’a göre aslında herkese ülkemizde ve dünyada herkese yetebilecek miktarda gıda üretiliyor. Sorun gıdanın adil ve eşit dağıtılamamasından kaynaklanıyor. “Dünyamızda 850 milyon kadar insan gece yatağa aç girerken en az bu kadar insan obezite hastalığıyla boğuşmaktadır.” diyen Kırım, “Ayrıca farklı alanlarda ve taşıma esnasında oluşan gıda israfı miktarı da dünyadaki aç nüfusu doyurmaya fazlasıyla yetebilir miktardadır. Üretilen bu gıdaların tamamının sağlıklı şekilde üretilmediğini bilmektedir. Bu da altyapı eksiklikleri ve belli coğrafyalarda temiz suya ulaşımın zorluklarından kaynaklanmaktadır. Tüm dünyada üretilen gıdaların sağlıklı şekilde üretilmesi ve tüketime hazırlanması bugünkü dünya düzeninde ne yazık ki mümkün değildir.” diyor.
Sürdürülebilir gıda üretmek kadar mevcut gıdanın denetimi de önem taşıyor. Bu konudaki durumu sorduğumuzda “Denetim konusu ülkemizde ne yazık ki aksak şekilde işlemektedir. Buradaki eksiklik denetmenlerin niteliğinde veya özverisinde değil denetmen sayısındaki eksiklikten kaynaklanmaktadır. İlgili bakanlıklar acil olarak nitelikli denetmen sayısını artırmalı ve sağlıklı şekilde işleyen denetim mekanizmaları geliştirmelidir.” şeklinde yanıt veriyor Kırım.
Her şey bir yana, bu konudaki kurum ve kuruluşların sorumluluğu yanında yurttaşlar, tüketiciler ne yapmalı? Bu anlamda yöneticilere düşen görevler var mı? “Öncelikle gıda okuryazarlığı ve gıda yurttaşlığı tanımları ülkemizde doğru yapılmalı ve ilkokul düzeyinden vatandaşlarımıza öğretilmelidir.” diye başlıyor Kırım ve şöyle devam ediyor: “Bilinçli tüketici nesilleri ve kitleleri oluşturdukça denetimdeki ve ürün güvenilirliğindeki sorgulama artacak bu da üreticilerin daha sık denetlenmesine ve neticesinde sağlıksız koşullarda üretim yapan üreticilerin kendilerini geliştirmelerini mecbur kılacaktır. Bunun dışında kamu spotları, afiş ve reklam çalışmaları, açılacak kitlesel eğitimler vb. uygulamalar da toplumun bilinçlenmesine fayda sağlayacaktır.”
“ÜLKEMİZDE GÜVENLİ OLMAYAN GIDANIN TÜKETİMİ ÇOK YAYGIN”
Güvenli olmayan gıdaların tüketimi hakkında görüşlerini aldığımız Uzman Diyetisyen Merve Doyranlı Kılıç da bu konuda güvenli olmayan gıdanın özellikle toplumumuzda oldukça yaygın olduğunu belirtiyor. Doyranlı’ya göre bunun sebepleri arasında artan maliyetler ve enflasyon başta geliyor. Üreticiler bu yüzden maliyeti düşürme kaygısı yüzünden daha uygun fiyatlı gıdalara yöneliyor. Yurttaşlar da bilinçli ya da bilinçsiz güvencesiz gıdalara yöneliyorlar.
Güvenli olmayan gıdaların yaratabileceği sağlık sorunlarını sorduğumuzda Merve Doyranlı şöyle açıklıyor: “Öncelikle hijyen sorunu olabilir. Salmonella, E.koli gibi bazı bakterilerin yayılması sıkıntı olabilir. Bu da maalesef bağırsak enfeksiyonları yaratabilir. Ürünlerin kaliteleri düşürüldüğü için kişi daha fazla karbonhidrat, katkı maddesi almak durumunda kalabilir. Bağırsak sorunları yanında çeşitli düzeylerde mide problemleri olabilir. Daha fazla katkı maddesi, tatlandırıcı ya da ucuz maddeye maruz kalabilirler.”
Güvensiz gıdaların ürettiği bu tip bakterilerin ciddi sağlık sorunlarına davetiye çıkardığını belirten Doyranlı “Bu sorunların çözümü mümkün aslında. Gıda güvenliğine öncelikle üreticilerin dikkat etmesi gerekli. Tüketicilerse kaynağı bilinmeyen herhangi bir yerden alışveriş yapmayabilirler. Kaynağı bilinmeyen yerlerden, internet üzerinden alışveriş yapılmamalı. Güvencesiz gıdalar içerikleri hijyen dışında uygun oranlarda olmayabilir ya da yanıltıcı olabilir. Bu da tabii ki kişilerin yeme davranışını olumsuz etkileyebilir.” şeklinde devam etti.
İşin çözüm noktasında denetimin de büyük bir önemi var. Doyranlı’ya göre öncelikli olarak denetimlerin artması gerekli çünkü tüketicilerin yapabileceği şeyler limitlidir. Bu konuda yapılabilecek en önemli şey, soğuk zinciri kırılmamış, ambalajı güvenli ürünleri tercih etmek. Ayrıca tüketicilerin etiket okumaları gerektiğini belirten Doyranlı sözlerini şöyle tamamlıyor: “Daha büyük marketlere giren ürünler belli bir filtreden geçtikleri için ismi bilinen yaygın zincir marketler tercih edilebilir. Üretim tarihi belli olmayan, nasıl üretildiği bilinmeyen, parti numarası belli olmayan ürünlerden de kesinlikle uzak durmaları gerekir.”
“GIDA GÜVENCESİ TEK BAŞINA YETERLİ DEĞİL”
Güvenli olmayan gıdaların yarattığı sağlık sıkıntıları üzerine sorularımızı halk sağlığı profesörü Mehmet Zencir ve Uzman Diyetisyen Dicle Dilan Salman da ayrıntılarıyla yanıtladı:
Güvenli gıda-sağlık ilişkisi konusunda ülkemizin durumundan bahsedebilir misiniz?
Herkesin yeterli, sağlıklı gıdaya ulaşması en temel insan haklarından biri. Gıda hakkına sahip olunabilmesi için gıda güvencesi ve gıda güvenliği birbirinden ayrılamaz şekilde ele alınması gerekiyor. “Toplumun sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimi var mı, paketli olan gıda güvenli mi, etiketi olan her gıda güvenli mi, pazardan aldıklarımız güvenli mi, aldığımız gıdaların tanıdık yerlerden olması güvenliği sağlar mı?” gibi çok sayıda soru sorabiliriz. Ancak bu sorular cevaplanırken toplumsal yaşamın göz ardı edilmesi; cevapların toplum değil birey göz önünde bulundurularak cevaplanması, cevapların sadece tekniğe indirgenmesi, kültürel ve coğrafik özelliklerin dâhil edilmemesi, sınıfsallığın görülmemesi ve toplumun beslendiği gıda hakkında topraktan sofraya kadar herhangi bir aşamasında sürece dâhil edilmemesi cevapların doğruluğu ve güvenilirliğini doğrudan etkiliyor.
Gıda güvencesi bir toplumun beslenme ihtiyaçlarını karşılaması; yeterli, sağlıklı gıdaya her zaman ulaşabilir olmasıdır diyebiliriz. Ancak gıda güvencesi tek başına yeterli değildir, aynı zamanda gıda güvenliğinin de sağlanması gerekir. Toplum için gıdaların güvenli olarak temin edilmesi de kritik önem taşır. Güvenli gıda; her türlü bozulma ve bulaşmaya yol açan etkenden arındırılmış tüketmeye uygun hale getirilmiş, sağlık açısından bir sakınca oluşturmayan ve besin değerini kaybetmemiş gıda olarak tanımlanıyor. Gıdanın taş, toprak, cam, taş gibi fiziksel risklerden; pestisit, deterjan kalıntısı, ambalaj materyali gibi kimyasal risklerden; bakteri, küf, parazit, virüs gibi biyolojik risklerden arındırılmış olması gerekir. Bunlardan herhangi biri dahi risk oluşturuyorsa biz o gıdaya güvenli gıda diyemeyiz. Güvenilir gıda, raf ömrü süresince fiziksel, kimyasal ve biyolojik herhangi bir risk taşımaması gerekir. Bu koşulları dikkate alarak gıda güvenliği ile sağlık ilişkisini kurabiliriz. Denetimin olmadığı, tarımsal üretimde pestisit kullanımının çok yoğun olduğu, mera hayvancılığı yerine endüstriyel hayvancılığın geliştiği, tağşiş ve taklidin arttığı, uygun saklama koşullarına uyulmadığı bir ortamda sağlıklı gıdaya erişim oldukça zordur. Gıda güvenliğine dair nasıl bir denetim mekanizmasının olduğu, pestisit gibi kimyasalların kullanım oranlarının kamuoyu ile paylaşılmadığı, etiket güvenilirliğinin olmadığı, üretim süreçlerindeki denetim yetersizlikleri gibi birçok konu Türkiye’de gıda güvenliğinin-güvencesinin olmadığını bize gösteriyor.
Toplumun beslenme alışkanlıklarındaki rolünü sadece tüketici konumdayken tartışması yeterli olamıyor. Ekonomik krizin derinleşmesi, alım gücünün azalması, insanların bilinçli olarak güvenli olmayan gıdaya yönelmek zorunda kalması gibi faktörlerin de gıda güvenliği açısından değerlendirilmesi zorunludur. Bu durum direkt yoksulluk ile ilgilidir. Açlık sınırının yani sadece gıda harcaması için açıklanan rakamın 18.969,22 TL olduğu bir ortamda insanların gıda güvencesini ve güvenliği sağlayacak şekilde beslenmesi mümkün değil. Bu durum göz göre göre sağlıksız gıdalara yönelimi tetikliyor. Sebze meyve üretiminden peynir gibi süt ürünlerine kadar tüm besinlerde tağşiş ve taklitler yaşanıyor. Etiketli ürünlere dahi güven azalmış durumda, aslına erişemeyenler benzerine erişsin deniliyor, yoksulluğun yönetilmesi ve sürdürülmesi hedefleniyor…
Gıdanın toprakta üretiminden, işlenmesine, taşıma ve aktarım süreçlerinden marketlerin raflarına pazarlara ulaşmasına kadar tüm süreç sağlık açısından ele alınmalı. Gıda ve beslenmeyle ilgili konuştuğumuz her şey gıda-beslenme politikaları ile ilgili. Gıdanın sadece kâr amacı güdülen bir meta olarak görülmesi, politikaların üretiminde üreticilerin ve toplumun sözünün olmaması, kamu sağlığının öncelenmemesi gıda güvencesini ve güvenliğini açıkça tehdit ettiğini not etmeliyiz.
Güvenli olmayan gıdalar ne tür sağlık sorunlarına yol açar? Kalıcı sağlık sorunları neler olur?
Türkiye’de gıda güvencesizliği anne karnından yaşlılara kadar her kesimden, her coğrafyadan insanın sorunu. Yoksullaşmanın derinleşmesi ile birlikte yeterli ve dengeli gıdaya erişememe öncelikli sağlık sorunları arasında diyebiliriz. Yaşamın ilk 1000 gününden başlayan ve yaşam boyu devam eden beslenme yetersizliği dediğimiz malnütrisyon dünya çapında hem çocuklarda hem de yetişkinlerde evrensel bir halk sağlığı sorunu olarak karşımızda. Malnütrisyonun üçlü yükü (bodurluk, zayıflık ve aşırı kilo) çocukların hayatta kalma ve gelişme yeteneklerini tehlikeye atıyor. Malnütrisyon aynı zamanda küresel yoksulluğun ortadan kaldırılması, üretkenlik ve ekonomik büyümeye de engel teşkil etmekte. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlıksız gıdaları küresel sağlık tehditleri arasında sayıyor. DSÖ Avrupa Bölgesinde Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Ticari Belirleyicileri adlı raporunda da aşırı işlenmiş gıdaların kronik hastalıklarda toplumu savunmasız hale getirdiğini, sağlık politikalarının oluşmasını engellediğini ve endüstrinin varolan sağlık kazanımlarını da tehdit ettiğini dile getiriliyor. Geçmişte tartışılan günümüzde de bebek mamalarıyla yeniden tartışılmaya başlayan GDO meselesini de buraya örnek verebiliriz.
Güvenli gıdaya erişememe sağlık açısından akut ya da kronik, yani anında ve uzun süreye yayılan sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Akut, yani anında olanlar daha görünürdür, hemen müdahale gerektirir, besin zehirlenmelerinden ölümlere kadar varan geniş bir spektrumda sorunlara yol açar. Geçen yıllarda nar yiyen kız çocuğunun pestisit maruziyetinden kaynaklı ölümü buna örnektir. Yine güvenilir olmayan konserve tüketimine bağlı acil servislere başvuran çok sayıda botulismus vakası da ani gelişen sağlık sorunlarına örnek verilebilir.
Güvensiz gıdaların uzun vadede çıkan etkileri daha görünmezdir. Az az uzun süreli maruziyete bağlı ortaya çıkan kalıcı sağlık sorunları çok daha yaygındır. Uzun zamanda hastalığı yol açtığı için güvensiz gıdalar fail olarak görülmezler. Bu özelliği nedeniyle de kamuoyu tepkisi ve baskısına yol açmaz. Oysa günümüzdeki önemli sağlık sorunlarına yol açan nedenler arasında sağlıksız-güvensiz gıdaların rolü oldukça yüksektir. Hormonal sistemin bozulması, yetersiz beslenme, ağır metallerin etkisi ve yukarıda bahsettiğimiz birçok riskin var olması sebebiyle kanser hastalıklarından obeziteye, tiroid, karaciğer, şeker hastalığı gibi birçok kronik hastalığın direkt yediklerimizle ilişkisi bulunuyor.
Üretilen gıdaların denetimi konusunda aksaklıklar neler? Bu konuda sağlık denetimi nasıl yapılmalı?
Ne yazık ki, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte Sağlık Bakanlığı gıda denetimleri ile ilgili görevlerini büyük oranda diğer bakanlıklara devretmiştir. Sadece bulaşıcı hastalıklar ve salgınlar sırasında gıda denetimi yetkisine sahiptir. Özetle sağlık emekçilerinin artık gıda denetiminde yer almadığını söyleyebiliriz. Bu durum gıdanın üretim ve denetim sürecinin sağlık risklerinin göz ardı edilmesine de yol açmaktadır. Gıda denetimi ile ilgili asli sorumluluk Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı il müdürlüklerindedir. Sıklıkla basına da yansıdığı gibi bu denetimlerin yeterli olmadığı aşikardır. Dahası özellikle üretim aşamasında bazı denetimlerin özel şirketlerin eline bırakılmış olması da toplumun ve bizlerin güvenini sarsmıştır. Güven veren bir gıda denetimi gıda ile ilgili tüm özneleri içermelidir. Sağlıkçılar, gıda mühendisleri, diyetisyenler, aşçılar, yerel yönetimlerin oluşturduğu komisyonlardan, halkın seçtiği gruplar gibi hem uzmanların hem de halkın kendisinin içinde bulunduğu bir mekanizma oluşturulabilir. Gıdaların üretiminden, işlenmesi ve dağıtımına kadar her aşamada denetimin gerçekleşmesi dönem dönem kontrollerin düzenli olarak sağlanması gerekmektedir. Aslında Pestisit kullanımından, lojistiğin düzgün sağlanıp sağlanmadığına kadar her aşamada kamunun sorumluluğu ve denetimi bulunması gerekiyor. Bunun yanında toplumun da sürece katılmasının da altını çizmeliyiz. Şu an topluma biçilen rol daha çok şikayet etme üzerine. Oysa gıda denetiminde sorunların ortaya konması ve çözüm yollarının bulunması, önlemlerin alınması gibi işlevlerde toplumun rol alması gıda güvenliği yanında toplumun beslenme kültürünün de gelişmesine ciddi katkı sağlayacaktır. Kamu otoriteleri tarafından gıda denetimlerine yönelik düzenli ve şeffaf bilgilendirmenin yapılması, verilerin paylaşılması gibi acilen atılması gereken adımlar da vardır. Halkın sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşmasının başka bir yolu yoktur. Kar amacı güden şirketlerden beklediğimiz denetim mekanizması sahici değildir, güvenilirliği yoktur.
Tüketicilerin sağlıklı gıda tüketimi açısından bilinçlendirilmesi için neler yapılması gerekir?
Güvenli gıdaya erişimin olmayışını ya da tercih edilmemesi bilinçsizlikle açıklamak en büyük aldatmadır. Bilinçlenmenin sağlanması yeterli değildir. Örneğin bizler görece bu işin bilgisini üretenler olarak dahi yeterli sağlıklı gıdaya erişimde zorluk yaşamaktayız. İçeriğini bilmediğimiz sebze ve meyveyi tüketmeye devam etmekteyiz. Kendimizden örnekle de bilinçlendirmenin yetmediğini görebiliriz. Halkın alım gücünün olmadığı bir yaşamda bilmek yeterli değildir. Örneğin bazı marketlerde QR kodlar ile sebzelerin, meyvelerin üretim yerleri hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir. Ancak nereden geldiğini bilmemiz gıda güvenliği hakkında bilgi almamızı sağlamamaktadır. Ayrıca herkes bu tür marketlerden yararlanma olanağına sahip değildir, daha ayrıcalıklı-varlıklı toplum kesimler için bu mümkündür. Tüm topluma hedefleyen bir politika izlenmediği sürece üretilen politikalar yeterli olmayacaktır. Halk sağlığı açısından tedaviden çok korunma ve önleme daha önceliklidir. Korunma açısından da bireysel korunma değil toplumsal korunma daha etkili olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle sadece kişilerin bilinçlendirilmesine yönelik müdahale programları sonuç alıcı değildir. Gıda güvenliği koşullarının sağlanması ve denetleme konusunda süreklilik sağlanması kamunun asli görevi olduğunu, toplum adına bu görevin yerine getirilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak isteriz.
Yine gıda güvencesi ve güvenliği tehdit eden faktörler arasında gıda alanındaki sermaye gruplarının beslenme politikalarına müdahalesi de önemli yer tutmaktadır. Bu gerçekliği görmezden gelen koruyucu önlemler de sonuç alıcı olamayacaktır. Medyanın ve gıda reklamlarının sağlıksız beslenmedeki rolünü ihmal etmemeliyiz.
Güncelde yaşadığımız ekonomik krizler dönemlerinde gıda desteklerinin sağlanması kritik önemde olmasına karşın uzun erimde gıda desteği ihtiyacı olmayan ekolojik bir beslenme kültürünü önceleyen bir toplumsallığın kurulmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Gıda güvencesizliği ve güvensizliğinde yaşananların değişmesi mümkün olduğunu söylüyoruz. Değişimin gerçekleşmesi için beslenme hakkının sağlanması tüketici ile üreticinin alan-veren ilişkisinden çıkması gerekiyor. Üretenin büyük sermayeler tarafından işçileşmesi tüketenin gıdayı sadece metaya indirgenmesine neden oluyor. Toplumsal sağlık için hem üretenin özneleşmesini hem de tüketicilerin bilgi birikimleriyle üreticiyle buluşmasını mümkün kılan, geçimlik ekonomi modeli ile gıda üretiminin toplumsallaşması hedefleyen gıda politikalarına yaşama geçirmeliyiz.