ABD Seçimleri ve Dünya Siyaseti

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 5 Kasım 2024 Salı günü 60. kez başkanlık seçimine gidecek. Biden ve Trump arasında geçmesi beklenen seçimler, her defa olduğu gibi bu kez de merakla bekleniyor. Biden’ın adaylıktan çekilebileceği yönünde söylentiler mevcut olsa da şimdilik bu söylentilerin nereye evrileceği belirsizliğini koruyor.

Seçime birkaç ay kala ABD Başkanı Joe Biden ve eski Başkan Donald Trump arasında geçtiğimiz günlerde bir televizyon tartışması yaşanmıştı. Bir buçuk saat kadar süren yayın sonrasında Trump’ın tartışmadan zaferle çıktığına yönelik yorumlar yapılmıştı. Zira, CNN’in bağımsız araştırma şirketi SSRS ile yaptığı ankette katılımcıların yüzde 67’si Trump’ın, yüzde 33’ü Biden’ın “daha iyi performans gösterdiği” yönünde görüş bildirmişti.

Seçimler, yalnızca ABD için değil, aynı zamanda dünyanın geneli için büyük önem taşıyor. Bu nedenle, ABD seçimleri dünyanın pek çok noktasından canlı takip ediliyor, eyaletlerde kimin ne kadar oy aldığı bile başka ülkelerde tartışılıyor. Çünkü ABD seçimleri sonrasında hem iç hem de dış politikada ne tür adımlar atılacağı az çok belli olacak. Örneğin, Trump’ın seçilmesi durumunda dış politikada kimi değişiklikler olacağı konuşuluyor. Trump’ın bir süredir Ukrayna-Rusya Savaşı üzerine söyledikleri de bu görüşleri doğrular nitelikte.

Dünyanın içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde ABD seçimlerinin bu kez daha da önem kazanacağı söylenebilir. Avrupa’da yükselen aşırı sağ hareketler, İsrail’in Filistin’i işgali, Ukrayna-Rusya Savaşı, göçmen sorunu… Hangi başkanın ne tür adımlar atacağı da gündemde öne çıkan tartışmalar arasında.

İşin özü, ABD seçimleri dünyada pek çok dengeyi değiştirebilir, yeni gelişmelere yol açabilir ya da mevcut gelişmelerin seyrini değiştirebilir durumda. Biz de ABD seçimlerinin ne anlama geldiğini, beklentilerin neler olduğunu ve muhtemel sonuçları Prof. Dr. Hasan Ünal ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Kuzey Amerika Sorumlusu Caner Ercan ile konuştuk.

Prof. Dr. Hasan Ünal’a ABD seçimleriyle ilgili kamuoyunda tartışılan temel meselelere dair sorular yöneltirken dünyada olası Trump galibiyetinin ne tür sonuçlar doğurabileceğini de sorduk:

“TRUMP’IN KAZANMASI KUVVETLİ BİR İHTİMAL”

Amerika Birleşik Devletleri’nde bir seçime doğru gidiliyor. Trump ve Biden bu seçimlerde yarışacak görünüyor. Seçimler hakkında genel düşünceleriniz nelerdir?

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) seçimlerin adayları aslında şu anda belli. Mevcut ABD Başkanı Biden Demokratların ABD’deki teamüller gereği adayı. Eğer kendisi adaylıktan çekildiğini açıklamazsa veya herhangi başka bir sebeple -hastalık veya ölüm gibi- adaylıktan ayrılmazsa Biden aday olacaktır. Diğer tarafta zaten Trump aday. Bu noktada beklenen de Trump’ın açık ara seçimleri kazanacağı yönünde. Öte yandan, Biden’ı destekleyen ve benim “Amerikan Derin Devleti” olarak tabir ettiğim ciddi bir yapı var. Bu yapı, öyle kolay kolay yönetimi Trump’a bırakmaktan yana değil. İlk döneminde Trump’tan epey rahatsızlardı ama Trump onları kazanmak için işbirliği yapmaya da çalıştı. Fakat tam olarak sonuç alınmış değil. Yine de bu şartlar altında seçime gidilirse Trump’ın kazanması çok kuvvetli bir ihtimal. Ama, karşı tarafın hamlelerini, manevra kabiliyetini ve gözü dönmüşlüğünü hafife almamak gerekir.

“TRUMP ÇİN İLE TİCARET SAVAŞINA DAHA İSTEKLİ”

Sizin de söylediğiniz gibi Trump’ın kazanması muhtemel görünüyor. Peki, olası bir Trump galibiyetinde dünya siyasetinde neler değişebilir? Örneğin, Trump’ın söylemleri Çin’le mücadele konusunda daha çok ön plana çıkıyor Biden’a göre. Öte yandan Biden’ın kazanması durumunda neler olabilir? Olasılıklar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bu noktada kesin ifadelerle bir şeyler söyleyebilmek zor görünüyor. Ama gelişmelerden hareketle birkaç şey söyleyebiliriz. Örneğin, Trump Ukrayna Savaşı’yla ilgili olarak görüşlerini aşağı yukarı açık etmiş durumda bugüne kadar. Yaptığı pek çok açıklamada “Başkan ben olsaydım zaten bu savaş olmazdı.” dedi. Ama bu söylem, “Ben Rusya’nın karşısına dikilirim bir silahlı güç olarak ve öyle kazanırım” şeklinde de değil. Tam tersine bu krizi barışçıl yönlerle çözebileceğine yönelik bir açıklama bu. Yaptığı açıklamalarda Ukrayna’yı NATO üyesi yapmaya çalışmanın, aynı şekilde Gürcistan’ı NATO üyesi yapmaya çalışmanın yanlış bir politika olduğunu, Rusya’yı kışkırtmanın ve provoke etmenin yanlış bir politika olduğunu dile getiriyor. Bir yandan da NATO ile pek muhabbeti olmayan bir adaydan bahsediyoruz. Yani bir dönem Trump’ın Amerika’yı NATO’dan çekebileceğinden korkuluyordu hatırlayalım. Şimdi Trump’ın olası ikinci döneminde bu görüşleri, az önce bahsettiğim “Amerikan Derin Devleti” yapısıyla arasında önemli sorunlara yol açabilir. Ama bu defa Trump’ın daha hazırlıklı geldiği anlaşılıyor. Zaten Trump’ın karşısına dikilen bu tarz yapıların söylemlerinden de anlayabileceğimiz bir durum bu. Trump’ın Amerikan demokrasisini ortadan kaldıracağına değin varan söylemlerin ardındaki esas mesele kendi istedikleri küreselci politikalardan Trump’ın vazgeçebileceği korkusudur. İkinci nokta, Trump Orta Doğu’daki Amerikan angajmanlarından çıkmaktan yana. Irak’tan, Suriye’den çıkmaktan yana. Diyor ki “Trilyonlarca dolar sokağa atıldı ve bunun karşılığında hiçbir şey elde edemedik.” Bir sözü daha vardı, hatırlayalım: “Irak’ın petrolünü bile elde edemedik.” Yani “Bu kadar politika sonunda İsrail’in daha güvenli bir ülke yapılacağı iddia edilmişti ama bugün İsrail güvenli bir ülke değil.” demeye getiriyor. Bütün bunlar Trump’ın söylediği gibi kolay kolay yapılabilecek şeyler de değil tabii. Çok kutuplu dünya düzeninde nasıl şekillenecek göreceğiz. Trump’ın söylediği gibi İsrail, kendi işini kendisi halledecek durumda olmayabilir. İsrail, Hamas’ı yenemedi ve Hizbullah’a saldırmaktan çekiniyor. Başa dönecek olursak, Trump Orta Doğu angajmanlarını azaltarak Çin’le bir ticaret savaşına girmeye daha istekli görünüyor. Bütün bunlar sonuç olarak ne tür politikalara dönüşebilir henüz bilmiyoruz. Ama Trump kazanırsa bu söylemlerin doğrudan politikalara dönüşmesi kuvvetle muhtemel. Örneğin, Trump’ın Ukrayna’ya para ve silah yardımını kesmesi durumunda Ukrayna Savaşı doğrudan sona erer. Çünkü işin içinde Amerika olmadığı takdirde Avrupalıların o savaşı sürdürebilmesi pek mümkün değil.

Trump’ın seçimi kazanması Türkiye açısından da kimi sonuçlar doğurabilir. Bunlardan ilki Trump’ın Suriye ve Irak’tan çekilmesi durumunda oradaki PKK unsurlarının yalnız kalacak olmasından kaynaklıdır. Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesi sırasında o bölgede, Kabul Havaalanı’nda özellikle Amerika ile o güne kadar iş birliği yapmış olan insanların, grupların Amerikan ağır nakliye uçaklarına doğru nasıl koşup binmeye çalıştıkları o görüntüleri hatırlayalım. Ona benzer şeyler Suriye’de de Irak’ta da olabilir. İkinci nokta, Trump’ın kazanması Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde olumlu tesir yaratabilir. Biden yönetiminin Kıbrıs’ta Rumlara, Ege’de Yunanlara karşı bir desteği söz konusu. Çok kutuplu bir dünyada bunlar sürdürülebilir değil, Amerika açısından da sürdürülebilir değil. Dolayısıyla Trump geldiğinde bunlar daha gerçekçi bir çizgiye dönebilir ve bunun sonucunda da Türkiye’nin bu bağlamdaki bölgesel üstünlüğü katlamalı bir biçimde daha belirgin hâle gelebilir.

“ZAMAN ÇİN VE RUSYA’NIN LEHİNE İŞLİYOR”

Avrupa’da özellikle Fransa’yı gözlemlediğimizde Le Pen’in ve sağın bir zaferi olduğunu görüyoruz. Avrupa’nın başka ülkelerinde bir aşırı sağ yükselişinin olduğunu görüyoruz. Ukrayna’da ve Filistin’de, Orta Doğu’da birtakım değişiklikler olabilir ama dünyanın bu gergin ortamında Çin’le yaratılacak bir ekonomik savaş, Tayvan üzerinden olası gerilimler, dünyanın bir savaşa evrilmesine doğru ilerlemesine sebep olabilir mi? Bu tehlikeli görünüyor mu sizin açınızdan?

Savaş bağlamını şöyle düşünmeliyiz. Topyekûn bir savaş mı yoksa vekalet savaşı mı? Nasıl bir savaş? Eğer bir topyekûn savaştan bahsediyorsak, onun içinde nükleer silahlar da kullanılacaktır. Dolayısıyla nükleer silahı olan hiçbir ülke bunu istemeyecektir. Özellikle Rusya bunu istemez, Çin bunu istemez. Çünkü zamanın kendi lehlerine ilerlediğinin farkındalar. Zaman onların lehine. Amerika’nın ve Batı dünyasının gücü dengeleniyor bütün dünyada. Burada gidişattan ve zamanın akışından rahatsız olan taraf Amerika ve Avrupa ülkeleri. Peki bunlar böyle bir topyekûn savaşa kalkışabilirler mi? Burada işte bir tehlikeli alan var. Bu bağlamda Batı’nın bir varsayımı var. Rusya’da savaşı ne kadar tırmandırırlarsa tırmandırsınlar Rusya’nın nükleer silah kullanamayacağını düşünüyorlar. Nükleer yani konvansiyonel silahlarla Batı’nın tamamını karşısına alamayacağını düşünüyorlar. Ama Rusya’nın da bir sınırı olduğunu görebilmek gerekiyor. Bu çok riskli ve tehlikeli bir şey. Çünkü belli bir noktada bu, yani Rusya’nın nükleer silah kullanımı, olabilir. Bunun şakası da olmaz. Şöyle bir şey olabilir: Rusya bir taktik nükleer bomba kullandıktan sonra Batı dünyası geriye çekilebilir, Ukrayna’yı kendi kaderine bırakabilir ve sadece Rusya’yı suçlayabilir. Kamuoyuna Rusya nükleer silah kullandı diyerek mesajlar verebilir. Ama sonuçta Ukrayna diye bir devlet ve Ukrayna halkı diye bir halk kalmak zorunda. Bu durumun Türkiye de dâhil çevre ülkelere büyük tesiri olacaktır.

Demek istediğim şu, böyle bir risk görüyorum ben burada. Yani o tırmandırma siyasetinin içinde böyle bir risk görüyorum. Bu durumda Batı dünyasının bilerek, isteyerek çatışmayı tırmandırıp nükleer savaş istemesinden dolayı değil, varsayımlarının yanlış olmasından dolayı olabilir. Rusya, buradaki bir yenilginin kendisi açısından ciddi olumsuz sonuçları olabileceğini düşünüyor. Batı ise ne yapıp edip burada Rusya’nın kazanmasına engel olmanın peşinde. Geçtiğimiz günlerde Macaristan Başbakanı Orban, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve başka bazı Avrupalı devlet adamları böyle bir tehlikeden söz ediyorlar ve bunun Amerika’daki seçimlerden önce bir komplo olarak kotarılabileceğini söylüyorlar. Hatta bunun mutlak olacağını söylüyorlar. Dolayısıyla çok tehlikeli bir senaryo söz konusu. Ama bu nereye doğru evrilir şu anda bunu söylemek zor. Ama işte Türkiye de hazırlıklıymış, Milli Savunma Bakanı da bu yönde açıklama yaptı biliyorsunuz.

“SAVAŞ İHTİMALİ YOK DİYEMEYİZ…”

Savaş gündemini biraz daha açabiliriz dilerseniz. Sizin de bahsettiğiniz gibi çeşitli konumlardan bir savaş tehlikesi olabileceğine yönelik açıklamalar geliyor. Savaş tehlikesine dair neler söylemek istersiniz?

Evet, böyle bir ihtimal bir miktar var. Almanya’da, Avrupa’da, İngiltere’de zorunlu askerlik getiriliyor. Silahlanma konusunda da daha hızlı adımlar atılıyor. Fakat bunlar acaba gerçekten Ukrayna’da bir tırmandırma ve savaş senaryosu için mi yapılıyor yoksa Amerika’daki silah fabrikaları, silah endüstrisi bu ülkelere daha fazla silah satmak için böyle bir korku mu yaratıyor? Bu senaryoda ikinciye daha yakın olduğumu söyleyebilirim ama birinci senaryo da göz ardı edilemez. Zaten Avrupalı liderler o kadar çapsız ki Amerika’da uydurulan her komployu peşinen kabul etme niyetiyle hareket ediyorlar. Hatta bu yönüyle belki de Amerika’daki derin devletin unsuru gibiler kendi ülkelerinde. Fakat öte yandan bir önceki sorunuzda dile getirdiğiniz Avrupa’daki yükselen mevcut düzene karşı olan partiler, onların yükselişi enteresan bir durum. Bu partiler Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde kıta Avrupa’sında yükseldiler. İngiltere’de de benzer bir durum söz konusu. Siz Fransa’dan bahsettiniz, işin Almanya boyutunda da AfD var. Aynı zamanda sol alternatif, gerçek sol kıpırdanmalar da var. Yani servet dağılımını ve gelir adaletsizliğini ön plana çıkaran partiler… Kimlik siyaseti, etnik siyaset ve mezhepçilik üzerinden siyaset yapan değil -ki ben buna Amerikan solu diyorum- gerçek bir sol yükseliş var. Az önce bahsettiğim şeyler solu da mahveden bir yana sahip. Sol kavramını da büyük ölçüde işte şirketlerin istediği şekle götüren bir anlayış ve siyaset bu. Gerçek anlamda solun gelir dağılımı ve servet dağılımı gibi şeylere odaklanması gerekir. Bu yönde Almanya başta olmak üzere partiler var. Onların yükselişi de söz konusu.

Bunların da hepsini dikkate aldığımızda, yani Trump’ın da yine kurulu düzen karşıtı biri olduğunu dikkate aldığımızda ilginç şeylerle karşı karşıyayız. Yani özellikle Batı dünyası ciddi bir çalkantıdan geçiyor. Bunun nereye doğru evrileceğini göreceğiz. Ama nasıl bir çalkantı olursa olsun dünyanın yeniden tek kutuplu hâle dönüştürülmesi bence mümkün değil. Artık çok kutupluluk bir vaka, bir veri ve buradan geriye dönüş hemen hemen imkânsız…

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Kuzey Amerika Sorumlusu Caner Ercan ile de ABD’de seçim öncesi durumu ele aldık. ABD’de gündemlerin neler olduğunu ve bu gündemlerin dünyaya etkilerini masaya yatırdık.

“TRUMP BİR SÜREDİR ÖNDE GÖRÜNÜYOR”

Kasım ayının başında ABD başkanlık seçimleri yapılacak. Trump ve Biden arasında geçmesi beklenen seçimler öncesi ABD’de beklentiler ne durumda? Seçim öncesi bir kazanan ön plana çıkıyor mu?

ABD, artan enflasyon, düşük maaş zamları ve sıkışan borçlar sebebiyle halkta öfke ve bıkkınlığının biriktiği bir dönemde zor bir seçime gitmekte. Bu seçimde başkanlık için birisi vergi kaçırma, cinsel saldırı ve taciz suçlarından hüküm giymiş, diğeri soykırım destekçiliği yapmış iki sabık aday yarışmakta. Gelinen ekonomik durumun dayandırıldığı üç ana nokta olarak büyük sermayeye neoliberal politikalarla sağlanan vergi ayrıcalıkları, özellikle 11 Eylül’den beri sürgit devam eden daimî savaş hali ve 2008 krizi sonrası başlayıp pandemi sürecinde zirveye ulaşan para basma politikalarının piyasaya sürdüğü paranın zaman içinde sınırlı kişilerin cebinde toplanmasıyla yapılmış olan devasa servet transferi görülmekte. Bu sorunları ve gerekçelerini ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba dahi görülmediğinden halkın meselelerinin konuşulmasından da uzak geçiyor süreç çoğunlukla.

Bu noktada işçi sınıfında biriken öfkeyi göçmen karşıtı, LGBT karşıtı, kürtaj karşıtı, ırkçı alana çekip düzen-dışı görünüşüyle kendisine destek olarak toplamakta Trump bir gösteri insanı olarak “başarılı” bir performans sergilemekte. Öte yandan Biden, yaşlılığı ve önceki döneminden sırtında taşıdığı Rusya-Ukrayna Savaşı’na ve Filistin’deki soykırıma katkısından gelen yükleri ile girmekte seçime. Toplumun önemli kesiminin doğru yanıtı olmayan bir soruyla karşı karşıya kaldığını düşündüğü, kendilerince ehven-i şeri seçeceği ya da sandığa gitmeyeceği beklendiği seçimde son kamuoyu araştırmalarında Trump bir süredir az farkla önde görülmekte. İki adayın son canlı oturumunda Biden’ın kötü performansı sonucu aday değişikliği tartışmasını başlatmış ancak bu kadar geç bir değişikliğin Demokrat Partililerin isteyeceği sonucu verip vermeyeceği üzerinde henüz karara varılamamış gibi görünmekte.

ABD’nin seçim sistemi sebepli “üçüncü seçenek” çıkması olası bir seçenek olarak görülmüyor. Ayrıca özellikle metropollerde yoğunlaşmış sosyalist partiler bulunsa ve yer yer seçimlere katılsa da mevcut örgütlülük düzeyleri ve sahip oldukları destek henüz ulusal veya yerel bir seçim kazanmalarını olası kılmıyor. Ancak özellikle İsrail saldırıları karşısında mobilize olan halkın meydanlarda sosyalist partilerle yakınlaşması ve örgütlenmesi sonucu toplumsal mücadelede zamanla etkinliklerinin artması beklenebilir yeni dönemde.

“TRUMP OTOKRATİK BİR YÖNETİM KURMA HAZIRLIĞINDA”

Trump’ın kazanması durumunda ABD’de neler değişebilir? ABD medyasında öne çıkan başlıklar neler?

İşçi sınıfının haklarını savunma görüntüsü vermeyi başarıyla yerine getirip destek toplasa da başkanlığı sırasında Trump işçi karşıtı politikalar sicili oldukça kabarık bir dönem geçirmiş ve esas çabası büyük sermayenin vergi muafiyetlerini ve büyümesini desteklemek olmuştu. Örneğin, sendika, toplu sözleşme, emek hak mücadelesini engelleyici politikaları, istenen asgari ücret zammını vermemesi, fazla mesai ödeme sınırını artırması, hatta patronun işçinin bahşişine el koymasına yasal dayanak sağlamasına kadar uzanan işçi sınıfının aleyhine birçok karara imza atmış bir geçmişi var.  Bu bakımdan olası bir ikinci döneminin işçi sınıfının oldukça aleyhine sonuçlar getirmesi beklenmektedir.

Bunun yanında Trump, yeni dönemde otokratik bir yönetim kurma hazırlıkları ile gelmekte. Politikalarının önünde engel olarak gördüğü denge kontrol kurumlarına karşı birçok otokrat yönetici gibi popülist söylemler geliştirip, kendisini düzen dışı göstererek sağ seçmenden gelen desteğini kuvvetlendirmeye çalışmakta. Başkanlık döneminde yapmayı hedeflediği ancak ulaşamadığı politikaları olası ikinci dönemine yapabilmesi güdüsüyle sermaye destekli oluşturulmuş “Project 2025” adlı ırkçı ve gerici bir koalisyon Trump’ın hedefleri için göreve başlamasından itibaren hem insan kaynağı hem de yol haritası sunma görevini üstenecek gibi görülüyor. Bu grup, devlet bürokrasinin mekanizmalarını atlatıp kritik pozisyonlara başkanlık yetkisini aşarak atamayı planladıkları kişilerin uzun bir listesini şimdiden çıkarmış durumda. Planları, sığınmacıların sınır dışı edilmesinden, müfredattan evrim teorisi ve eleştirel ırk teorisi dersinin kaldırılmasına, LGBT hakları karşıtlığından kürtaj yasaklarına kadar toplumsal birçok alanı ve kesimi tehdit edecek uygulamayı kapsamakta.

“ABD, HER HÂLÜKÂRDA HIRÇINLAŞACAK”

Biden ve Trump’ın söylemlerine bakıldığında dış politikada izlenecek yolların kimi önemli noktalarda ayrıştığı gözlemleniyor. ABD seçimleri dünyayı nasıl etkileyebilir?

Trump’a yönelik savaş karşıtı olduğu yönünde bir algı oluşmuş olsa da katılmıyorum. Ne yazık ki iki adayın da barış yanlısı olmadığı, savaşların biçimi değişebilecek olsa da sürekli savaş durumundan çıkılmasının olası görülmediğini belirtmek lazım. Trump’a dair sıklıkla söylenen başkanlığı süresince hiç yeni savaş başlatmadığı görüşü içine düşülmüş olan durumun ne derece dehşet verici olduğunu ortaya koymaktadır. 

Her iki aday da savaş destekçisiyken ayrıldıkları nokta, Biden sürmekte olan savaşlara silah mühimmat yardımının devamından yanayken Trump’ın esas savaşın Çin ile olduğu görüşü ile kaynakları oraya ayırmak gerektiğini düşünmesidir. Trump’ın bir soğuk savaşı getirme ve gümrük savaşını şiddetlendirme niyetini açıkça belli etmesi dışında özellikle İran’a karşı sürdürmek istediği saldırgan tavrı nükleer savaş riskinde kabul edilen bir dünyada getirebileceği riskler açısından korkutmaktadır. Dünya açısından Trump’ın getirdiği bir diğer önemli tehdit de iklim değişikliği inkarcısı politikaları çekinmeden uygulayarak getireceği yıkım riski. Özetle, kasım seçimlerinde dünyaya huzur ve barış getirecek sonuçlar görmeyeceğimiz öngörülebilecekken Trump’ın seçilmesi iklim yıkımı ve nükleer savaş riskleri bakımından kitlesel yok oluş riskini artıracağı için bilhassa tehlikeli görülebilir.  

Öte yandan sözüne güvenilmezliği ve öngörülemezliği ile bilinen Trump, özellikle Filistin’deki savaşın geleceği ile ilgili bazen aynı demecin içinde bile çelişkili ifadeler kullanarak kafaları karıştırmakta. Ayrıca sık bir beyanı olan “(Filistin’de) savaşın tamamlanması gerektiği”nden kastının belki de çok daha büyük bir insani yıkımı işaret ediyor olabileceği göz önünde bulundurulmalı. Dahası, savaş bütçelerinin iç ekonomiye olan etkisine yönelik toplumsal tepkiden dolayı seçimleri kazanmak için “gerekeni” söyleyebilecek birisi olduğunu da düşünerek temkinli yaklaşmak gerekli sözlerine.

Tüm bunlarla birlikte ABD’nin dünya genelindeki hegemonyasını kaybetmekte olduğu, darbeler ve kontrgerilla faaliyetleri ile ülkeleri düzensizleştirip sömürgeleştirdiği sistemde eski etki alanını kaybetmekte. Bu durum bazen başka emperyalist odakların oyuna girmesi ile olmaktayken, bazen de geçtiğimiz hafta Bolivya’da gerçekleşen darbe girişiminde olduğu gibi halkın seçtiği yöneticilerden yana tavır alıp ABD destekli darbe girişimini geri püskürtmesiyle de olmaktadır. Bu durumun ucuz hammadde ve emek bağımlılığındaki sermayeyi ve dolayısıyla ABD’yi her hâlükârda daha da hırçınlaşmaya götüreceği ne yazık ki beklenen bir sonuçtur.

ABD, Çin ve Diğerleri: Çip Savaşlarında En Büyük Cepheler

Biden’ın Bedeni, Trump’ın Gölgesi ve NATO’nun 75. Senesi

Fransa’da Aşırı Sağa Karşı Yeni Halk Cephesi Formülü