Prof. Dr. Acar Kutay “Demokratik Sol Cephe Faşizm Tehdidine Karşı Set”

Prof. Dr. Acar Kutay, Fransa’daki seçimlerde demokratik sol cephenin aşırı sağın yükselişi ve faşizm tehdidine karşı set çekebileceğinin görüldüğünü ifade ediyor. Fransa solunun seçim başarısının, sınıf siyaseti ve sol değerler üzerinden yapılan siyasetin kitlelerde karşılığı olduğunu gösterdiğini ve neoliberalizmle barışık düzlemde yürütülecek bir sağ karşıtlığı mücadelesinin başarı şansının olmadığını söylüyor.

Avrupa ülkelerinde aşırı sağın yükselmesini tehlikeli gören Prof. Dr. Kutay, fakat bundan daha tehlikeli olanın ise aşırı sağın söylemlerinin normalleşmesi ve merkezdeki partiler tarafında da benimsenmesi olduğunu dikkat çekiyor. Prof. Dr. Kutay, bu aşırı sağ söylemleri normalleştirme eğiliminin endişe verici olduğunu belirtiyor.

Prof. Dr. Acar Kutay, Norveç Molde Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olarak çalışıyor. Öncesinde, Norveç, İsveç, KKTC ve Danimarka’da araştırmacı olarak, toplum ve siyaset kuramları üzerine çalışan Prof. Dr. Kutay’ın sivil toplum örgütleri ve yönetişimi üzerine yayınlanmış eserleri bulunuyor. 

Prof. Dr. Kutay ile Avrupa ülkelerinde sağ partilerin yükselişini, Avrupa Birliği’nin geleceğini ve Fransa seçimlerini konuştuk.

“MERKEZ PARTİLER HÂLÂ ÖNEMLİ BİR GÜÇ” 

Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülke yeni Avrupa Parlamentosu’nu (AP) belirlemek üzere geçtiğimiz ay sandık başına gitti. AB seçim sonuçlarını genel hatları ile nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa Birliği’nin 27 üye ülkesinde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimleri, AB siyasetinde önemli değişimlere işaret ediyor. Seçim sonuçları, genel olarak sağa doğru bir kayma eğilimini ortaya koyarken, aynı zamanda Avrupa siyasetinin karmaşık ve çok boyutlu doğasını da gözler önüne seriyor.

Ana akım muhafazakar partiler, özellikle Avrupa Halk Partisi grubu, parlamentodaki güçlü konumunu korumakla kalmayıp daha da pekiştirdi. Bu grup son yıllardaki kayıpların ardından 2024’te tekrar milletvekili sayısını artırmayı başardı. 

Öte yandan, aşırı sağ partiler, özellikle Fransa ve Almanya gibi kilit ülkelerde dikkat çekici kazanımlar elde etti. Fransa’da Ulusal Birlik partisinin oyların neredeyse üçte birini alması, İtalya’da Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri oyların dörtte birinden fazlasını elde etmesi, Avrupa siyasetinde sağ popülist ve aşırı milliyetçi eğilimlerin güçlendiğini gösteriyor.

Buna karşılık, Yeşiller ve liberal partiler bu seçimlerde kan kaybetti. Yeşiller özellikle Fransa ve Almanya’da önemli ölçüde oy kaybederken, Avrupa Parlamentosu’ndaki liberal grup (Renew Europe) da güç kaybına uğradı. Emmanuel Macron’un partisinin Fransa’daki kötü performansı, bu durumun çarpıcı örneklerinden biri oldu. 

Seçimlerde öne çıkan önemli konular arasında ekonomi, yaşam maliyeti, savunma ve çevre yer aldı. Sağ kanat, çevre politikaları konusunda, AB’nin iklim değişikliği politikalarının ekonomik etkileri hakkında Avrupa çiftçilerinin geniş çaplı protestolarını etkin bir şekilde kullanarak seçmen desteğini artırdı.

Seçimlere katılım oranının 2019’a göre hafif bir artışla yüzde 51’e ulaşması, Avrupa vatandaşlarının AB kurumlarına olan ilgisinin az da olsa arttığını gösteriyor. 

Sonuç olarak, 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri, Avrupa siyasetinde sağa doğru bir kayma ve göstermiş olsa da merkez partiler şimdilik hala önemli bir güç olduğunu ortaya koydu. Ancak, unutmamamız gereken bir unsur da merkez partilerinin özellikle göç ve kimlik alanlarında giderek aşırı sağın söylem ve retoriğini içselleştirmesidir. Dolayısıyla, aşırı sağın yükselişini yalnızca bu partilerin aldığı oy oranlarıyla açıklamak hatalıdır. Aşırı sağ partiler çoğunluğu elde edemeseler de siyasetin dilini, ruhunu ve karar alma süreçlerini etkileyebilmektedir.

Avrupa Parlamentosu’nda milletvekili dağılımı da değişti. Bu durum AB politikalarını ve yönünü bundan sonraki süreçte etkiler mi?

Avrupa Parlamentosu’ndaki son seçimler, AB’nin siyasi manzarasında önemli değişikliklere işaret ediyor. Öncelikle, sağ kanadın güçlenmesi dikkat çekiyor. Kimlik ve Demokrasi (Identity and Democracy-ID) ve Avrupa Muhafazakâr ve Reformist (European Conservatives and Reformists-ECR) grupları toplamda 131 sandalye kazanarak önemli bir artış gösterdi. Buna ek olarak, Macaristan Başbakanı Victor Orbán’ın liderliğini yaptığı Fidesz gibi aşırı sağcı bağımsız partilerin de 100 sandalye elde etmesi, sağ kanadın parlamentodaki ağırlığını artırdı. Bu durum, AB’nin bazı temel politika alanlarında daha (da) muhafazakâr bir çizgiye kaymasına neden olabilir. Avrupa Halk Partisi’nin kendisini sanayi, kırsal alanlar ve çiftçilerin partisi olarak konumlandırması da bu olasılığı pekiştiriyor.

Sağ kanadın yükselişi, özellikle göç, güvenlik ve AB entegrasyonu gibi konularda daha sert politikaların gündeme gelmesine yol açabilir. Örneğin, göç politikasında daha sıkı önlemler alınması yönünde baskı artabilir. Ancak sağ partilerin Avrupa Parlamentosu’nda güçlü koalisyonlar oluşturması çok da kolay değil, çünkü bu partiler arasında önemli görüş ayrılıkları bulunuyor.

Brexit’in olumsuz sonuçları nedeniyle, sağ partiler artık AB’den ayrılmak yerine AB içinde kalarak, AB içinde karar alma süreçlerine dahil olarak etkili olmaya çalışıyor. Bu durumda sağ partiler, Avrupa kültürüne entegre olamayacak kültürlerden gelen göçmenler yüzünden tehlike altında olduğu iddiası ile birbiriyle söylem düzeyinde birleşebiliyor. Bununla birlikte, söz konusu partiler arasında ciddi fikir ayrılıkları mevcut. AB’nin Ukrayna Savaşı’na göstermesi gereken tepki, Rusya Federasyonu ile ilişkiler ve AB’nin ekonomik ve para politikaları gibi konulardaki görüş farklılıkları, aşırı sağın blok hâlinde hareket etmesini engellemektedir. 

Öte yandan, Yeşillerin ve liberal grupların gerilemesi de AB’nin çevre politikalarını etkileyebilir. Son beş yılda Yeşil Mutabakat önemli bir gündem maddesi olmasına rağmen, seçmenlerin ekoloji odaklı partilere sırt çevirmesi, iklim değişikliği ve çevre politikaları konusunda AB’nin yaklaşımını değiştirebilir. Ancak bu konuların tamamen göz ardı edilmesi olası değildir, çünkü iklim değişikliği hala küresel bir öncelik olmaya devam ediyor.

Bu seçim sonuçları AB’nin önümüzdeki dönemde daha fazla iç tartışma ve muhtemelen bazı politika değişiklikleri yaşayabileceğini gösteriyor. Sağ partilerin yükselişi AB politikalarını etkileyebilir, ancak bu etkinin boyutu ve niteliği, partilerin Parlamento içindeki iş birliği yeteneklerine ve merkez partilerin tepkilerine bağlı olacaktır. AB’nin geleneksel değerleri ile yükselen sağ kanat arasında bir denge kurma çabası, önümüzdeki dönemin en önemli siyasi mücadelelerinden biri olacak gibi görünüyor.

“GÖÇ POLİTİKALARI TEK BAŞINA AÇIKLAYICI DEĞİL”

AB seçimlerinde de görüldüğü gibi Avrupa ülkelerinde sağ partiler yükselirken, Yeşiller, Liberaller ve sol partiler kan kaybediyor. Avrupa ülkelerinde bir süredir, ırkçı ve aşırı sağ partilerin yükselişinin temel nedenleri nelerdir?  Bu yükseliş tek başına göçmen sorunu ile açıklanabilir mi?

Avrupa’daki sağ partilerin yükselişi ve sol partilerin kan kaybetmesi, son yıllarda Avrupa siyasetinde gözlemlenen çarpıcı bir eğilim hâline gelmişti. Bu trendi sadece göçmen sorunu üzerinden açıklamak, resmin bütününü görmemizi engelleyebilir. 

Göç politikaları elbette önemli bir faktör, ancak tek başına açıklayıcı değil. Endişe verici durum, merkez partilerin de göç konusunda sağa kayması. Bu durum, seçmenlerin endişelerini yatıştırmak ve iktidarda kalmak için bir strateji olarak görülüyor. Ancak bu strateji, paradoksal bir şekilde, aşırı sağ partilerin söylemlerini normalleştirme riskini de beraberinde getiriyor.

Öncelikle, Avrupa Birliği’nin son 15 yılda karşılaştığı uzun süreli krizler, sağ partilerin yükselişi için uygun bir zemin hazırladı. Göç, Covid-19 pandemisinin etkileri ve ekonomik zorluklar, bu krizlerin başında geliyor. Bu süreçte yaşanan belirsizlikler ve güvensizlik ortamı, seçmenlerin alternatif siyasi söylemlere yönelmesini tetikledi. 

Ekonomik zorluklar, bu trendin önemli bir bileşeni olarak karşımıza çıkıyor. Artan yaşam maliyetleri, yüksek enflasyon oranları ve enerji fiyatlarındaki artış, vatandaşların günlük yaşamlarını doğrudan etkiliyor. 

AB’nin iklim değişikliği politikaları da bu denklemde önemli bir rol oynuyor. Özellikle çiftçiler arasında geniş çaplı protestolara yol açan bu politikalar, sağ partilerin eleştirilerini yoğunlaştırdıkları bir alan haline geldi. Fransa ve Almanya’daki çiftçi protestoları, bu durumun somut örnekleri olarak karşımıza çıkıyor.

Güvenlik endişeleri de sağ partilerin yükselişinde etkili oluyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı gibi dış tehditler, bazı ülkelerde sağ partilerin güvenlik odaklı söylemlerini güçlendirdi. 

Zaman içinde aşırı sağ partilerin söylemlerini yumuşatarak daha geniş kitlelere hitap etme çabası da bu yükselişte pay sahibi. Fransa’da Marine Le Pen’in partisinin yabancı düşmanlığı ideolojisini kültür ve kimlik tartışmalarına yoğunlaştırması bu stratejinin bir örneği olarak gösterilebilir.

Bu arada seçimlerin genellikle mevcut iktidara bir tepki niteliğinde olabileceği gerçeği de göz ardı edilmemeli. Sınıf siyasetini reddeden ve ideolojik farklıkları aşarak siyaset üstü bir yerden teknokratik politikalar üretme hedefindeki radikal merkez partilerin ürettiği neoliberal politikalara güçlü bir tepki var.  Siyasetin tıkandığı bu durumda, statükodan çıkış için seçmenler alternatif arayışına girebiliyor. Sol partilerin halkı örgütlemede ve harekete geçirmede yetersiz kaldığı durumlarda sağ partiler ön plana çıkıyor. 

Özetle, Avrupa’daki sağ partilerin yükselişi, tek bir faktöre indirgenemeyecek kadar karmaşık bir olgudur. Bu trend; ekonomik zorluklar, güvenlik endişeleri, çevre politikaları, göç sorunları ve mevcut politikalara olan tepkinin bir bileşimi olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, sağ partilerin zaman içinde daha “kabul edilebilir” bir çizgiye evrilmesi ve AB içinde kalarak politikaları etkileme stratejisi de bu yükselişte önemli bir rol oynamıştır.

“DEMOKRATİK SOL CEPHE FAŞİZM TEHDİDİNE KARŞI SET”

Avrupa’da aşırı sağın yükselmesini hem Avrupa hem de Türkiye için ciddi bir tehlike olarak görüyor musunuz? Süreç nereye evrilir? Avrupa’nın demokratik değerleri, Avrupa demokrasisi ve AB projesi tehdit altında mı?

Aşırı sağın yükselmesi elbette tehlikeli. Daha tehlikeli olan ise aşırı sağın söylemlerinin normalleşmesi ve merkezdeki partiler tarafında da benimsenmesi. Merkez sağ partilerin aşırı sağ söylemleri normalleştirme eğilimi endişe verici. Avrupa’daki aşırı sağ hareketlerin temel özellikleri – etnik milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, anti-entelektüalizm, göçmen karşıtlığı, İslam karşıtlığı gibi- demokratik değerler ve çoğulculukla çelişiyor. Bu hareketlerin güç kazanması demokrasi ve AB projesi için ciddi riskler barındırıyor. 

Bununla birlikte, demokratik değerler ve bu değerleri kimlerin temsil ettiğinin de siyasi mücadele içinde şekillenen konular olduğunu göz ardı edemeyiz. Zira, işçi sınıfını ve işçilerin kazanılmış haklarını reddeden bir demokrasi projesi düşünülemez. Bu yüzden de neoliberalizmle barışık düzlemden yürütülecek bir sağ karşıtlığı mücadelesinin başarı şansı yok. Fransa’daki seçimlerde demokratik sol cephenin aşırı sağın yükselişi ve faşizm tehdidine karşı set çekebileceği gördük. 

“KAPİTALİZMİ AŞMAYI DEĞİL, ONU EHLİLEŞTİRMEYİ HEDEFLEDİ”

Avrupa ülkelerinde güçlenen aşırı sağın gelir adaletsizliğinden, yoksulluktan, işsizlikten, sosyal devletin gerilemesinden ve göçmen sorunundan beslendiği ifade ediliyor. Avrupa sol ve sosyal demokrat partilerinin kendi değerlerine dönerek, gelir dağılımı eşitsizliği ve sosyal devletin ortadan kalması gibi konularda ciddi alternatifler ortaya koyması gerekmiyor mu?

Avrupa solunun ideallerinin çoğundan uzaklaştığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda, sol ve sosyal demokrat partilerin temel değerlerini büyük ölçüde kaybettiğini söylemek yanlış olmaz. Çoğu Avrupa ülkesinde, sol partiler neoliberal politikaları benimseyerek özelleştirmeleri destekledi. Gelir eşitsizliği son yıllarda artmasına rağmen, sol partiler radikal yeniden dağıtım politikaları önermekten kaçındı. Genellikle fırsat eşitliği gibi daha ılımlı hedefler belirlediler. Bununla birlikte, bireycilik Avrupa toplumlarında giderek daha baskın hale gelirken, sol partiler buna karşı güçlü bir alternatif sunmakta zorlandı. En önemlisi, sol partiler, geleneksel işçi sınıfı tabanlarından uzaklaşarak, daha çok orta sınıfa ve kentli profesyonellere hitap etmeye başladı. Bu bağlamda, çoğu sol parti artık kapitalizmi aşmayı değil, onu ehlileştirmeyi hedefledi. Bu da demokratik sosyalizmin temel amacından bir sapma olarak görülebilir.

Kısaca belirtmek gerekirse, sosyal demokrat partilerin özellikle 1970’lerden sonra yaşanan neoliberal dönüşüm sürecinde geleneksel tabanlarıyla olan bağlarının zayıfladığı ve günümüz sorunlarına karşı etkili çözümler üretme konusunda zorlandıkları bir gerçektir.

Bu durumun birkaç önemli nedeni var: 1970’lerden bu yana yaşanan neoliberal dönüşüm süreci, bu partilerin geleneksel tabanlarıyla olan bağlarını zayıflattı. Üçüncü Yol politikaları dediğimiz yaklaşım, sosyal demokratları sınıf siyasetinden uzaklaştırıp iş dünyası ve kentli orta sınıflarla daha yakın ilişkiler kurmaya yöneltti. Bu durum, bir yandan neoliberalizmi güçlendirirken, diğer yandan da işçi sınıfının ve orta sınıfın yaşadığı sorunların yapısal nedenlerini gözden kaçırmalarına neden oldu.

Ayrıca, küreselleşme ve teknolojik değişim gibi faktörler geleneksel işçi sınıfının yapısını değiştirdi. Sosyal devlet uygulamalarının zayıflaması da sol partilerin bu alandaki politika üretme kapasitelerini olumsuz etkiledi. Göç konusu da başlı başına bir sorun haline geldi. Sol partiler bu konuda kapsayıcı politikalar üretmekte zorlanırken, aşırı sağ bu durumu kendi lehine kullanmayı başardı.

Peki, ne yapmalı? 

Kanımca sol ve sosyal demokrat partilerin kendi temel değerlerine (eşitlik, sosyal adalet, dayanışma gibi) dönmeleri ve günümüz sorunlarına yönelik ciddi alternatifler sunmaları şart. Ama bu, sadece geçmişe dönmek anlamına gelmemeli. Bu partilerin, sosyalizmin ve sosyal demokrasinin temel ilkelerini günümüz koşullarına uyarlayarak yeni ve etkili politikalar üretmeleri gerekiyor. Örnek vermek gerekirse, daha adil bir vergi sistemi oluşturulması, güçlü bir sosyal güvenlik ağı kurulması, işçi haklarının korunması ve güçlendirilmesi de bu partilerin gündeminde yer almalıdır. Bunların yanı sıra, sosyal demokrat partilerin kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi ve genişletilmesi ve neoliberal paradigmaya alternatif çevre politikaları geliştirme konularına odaklanması gerekir. Zira, Fransa solunun seçim başarısı, sınıf siyaseti ve sol değerler üzerinden yapılan siyasetin kitlelerde karşılığı olduğunu gösterdi.

Fransa’yı Kim Yönetecek: Seçim Sonrasını Anlamak için Dört Soru

Fransa’da Aşırı Sağa Karşı Yeni Halk Cephesi Formülü

ABD Seçimleri ve Dünya Siyaseti