2 Ağustos 2024 Gazze Savaşı’nın 300. günü. Aslında bu söyleşi Gazze Savaşı’nın ardında şu ana kadar bıraktığı derin insani ve siyasi enkaz ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun geleceğini, ABD Kongresi’ndeki tartışmalı konuşmasını merkezine alıyordu. Ancak tarihçi Bernard Shaw’un birçok eserinde sayısız kez değindiği gibi Ortadoğu’daki kırılganlıklar beraberinde hızlı değişimleri getiriyor. Onlardan biri de Golan Tepeleri’ndeki Mecdel Şams’a düzenlenen roket saldırısıydı. Bir futbol sahasına düzenlenen saldırı sonucu 10’u çocuk 2’si yetişkin 12 kişi hayatını kaybetti. Sonrasını biliyorsunuz. İsrail önce Lübnan’ın başkenti Beyrut’a ardından İran’ın başkenti Tahran’a iki önemli saldırı düzenledi. Beyrut’a düzenlenen saldırıda Hizbullah’ın üst düzey komutanı Fuad Şükrü’yü öldürdüğünü iddia etti İsrail. Asıl haber birkaç saat sonra geldi. Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye suikast sonucu öldürüldü. İran, İsrail’in Lübnan’a saldırısını bu ülkenin egemenlik ve toprak bütünlüğünün açık bir ihlali olarak niteleyip Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK), sorumluluklarını derhal yerine getirmeye çağırıyor.
Filistinli sağlık otoritelerine göre çoğu çocuk ve kadın, 39 binden fazla insanın hayatını kaybettiği Gazze Savaşı, birinci yılına doğru ilerlerken ufukta ateşkes görünmüyor. Dahası Gazze Savaşı’nın bölgesel bir savaşa dönüşme riski çok daha fazla artmış durumda.
Golan Tepeleri’ne yönelik saldırıdan birkaç saat önce konuştuğum İsrail’in eski dışişleri bakanı Şlomo Ben-Ami, ufukta topyekûn bir savaş görmediğinin altını çizmişti. Olayın ardından kendisiyle yeniden iletişime geçtim. Ben-Ami genel bakış açısının arkasında dururken, gerilimin devam edeceğini söyledi. Dünya, bilhassa Ortadoğu’daki gelişmeler çok hızlı ilerlediğinden bu söyleşide Haniye suikastına ilişkin görüşler yok. Ancak Fikir için son gelişmeleri değerlendiren uzmanların yorumlarını içeren diğer haberi okuyabilirsiniz.
Dolayısıyla Ben-Ami ile yaptığımız bu söyleşi İsrail Başbakanı Netanyahu’nun çok konuşulan alkış meselesi dışında ABD ziyaretinin nasıl geçtiğini, İsrail-Filistin ilişkisinin tarihçesini, bölgedeki Arap devletlerinin meseleye yaklaşımını odağına alıyor. Daha önce Camp David Zirvesi başta olmak üzere taraflar arasındaki barış görüşmelerinde yer alan 81 yaşındaki Ben-Ami’nin nitelemesiyle kendi hükümetinin esiri haline gelen Netanyahu’nun olası bir görevden ayrılığı bölgeye peşinen bir huzur getirmeyecek. Bakalım savaşın dinamikleri İsrail’in son İşçi Parti’li Dışişleri Bakanı’nın gözünden nasıl görünüyor?
BİR ALKIŞIN GERÇEKÜSTÜLÜĞÜ
ABD Kongresi’nde İsrail Başbakanı Netanyahu’yu neden bu denli coşkulu bir destek gördü, niye alkışlandı? Savaşı bitirdi mi? Tüm rehineleri güvenli bir şekilde eve getirdi mi? Gazze’de 40 binden fazla insanın ölümüyle onun alakası yok mu? Bölgede barışı mı sağladı? İsrail tarihinin en düşük onaylı başbakanlarından birine bu ilginin sebebi ne?
Tabii ki, şu ana kadar savaş hedeflerinin hiçbirini başaramadı. Rehineleri geri getirmedi. Asimetrik bir savaşta tam ya da nihai bir zafer gibi bir yanılsamayı gerçekleştirmedi. Yine de Amerika Birleşik Devletleri’ne davet edildi. Çünkü İsrail’in Amerikan siyasetinde benzersiz bir yankısı var. Bu Netanyahu ile başlamadı, ancak Netanyahu Amerikan siyasi sahnesini, sanki İsrail siyasetiymiş gibi hareket ettiği bir alana dönüştürdü. Donald Trump’ın yeniden seçilmesini desteklemek istediğine dair güçlü sinyaller veriyor. Netanyahu’nun Washington’daki başarısı, -“başarı” diyorum tırnak içinde- İsrail’e olan desteği iki partili bir mesele haline getirmesiyle ilgili. Genellikle iki partili bir meseleydi. Şimdi Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında bölündü. Cumhuriyetçilerin çoğunluğu olduğu için, Likud ve İsrail hükümeti ile siyasi çıkarları ve ideolojik yakınlıkları var. Bu, ona bu daveti sağladıkları arka plandır. Geçmişte sadece Cumhuriyetçilerdi. Şimdi, Kongre’deki bazı Demokratlarla birlikte ortak bir davet konusunda anlaştılar. Ama bunu çok da mutlu bir şekilde yapmadılar. Bu, siyasi kısıtlamalar nedeniyle yaptıkları bir şeydir. Söylediğim gibi, İsrail’in Amerikan siyasetindeki önemi Netanyahu’nun yetenekleri, kişiliği vs. ile ilgili değil. Bu Netanyahu’dan önce İsrail ile ilgili bir durumdur. Birkaç ay önce, İsrail Devlet Başkanı Kongre’ye konuşma yapmaya davet edildi. Bu, İsrail’in Amerikan siyasetinde özel bir konumu olmasıyla ilgili.
“NETANYAHU ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİNE SAHİP”
Mart 2022’de Jerusalem Post’a yazdığınız bir makaleden alıntı yapacağım. “Arafat, megalomani ve aşağılık kompleksi kombinasyonuna sahipti, onur ve statüsü konusundaki kıskançlığıyla motive oluyordu ve siyasi hedeflerine ulaşmak için şiddet kullanıyordu.” demiştiniz. Kuşkusuz bu sözlerinize karşı çıkacak ve destekleyecek çok kişi vardır. Peki bugün Netanyahu için de benzer şeyler söyler miydiniz? Netanyahu aşağılık kompleksine mi sahip?
Evet, kesinlikle söylerim. Belki de sadece bir değişiklikle. Netanyahu, üstünlük kompleksi olduğuna inanıyor. Çevresinin ve gezegenin onun etrafında döndüğüne inanıyor. Ancak, bu Netanyahu’nun bir insan ve siyasi lider olarak neyi temsil ettiğine dair adil bir tanımlamadır. Ancak Arafat lehine söyleyebileceğiniz tek bir şey var: Arafat yolsuzluğu kullanarak hüküm sürüyordu. Çok fazla şeye ihtiyacı yoktu. Sadece başkalarını yozlaştırıyordu. Grupları ve insanları yozlaştırmak için paraya ihtiyacı vardı. Netanyahu’nun ise bizzat kendisi yozlaşmış. Davranışlarında ve aleyhinde devam eden davada bunu görüyoruz. Genellikle otoriter liderler, başkalarını yozlaştırmak ve desteklerini almak için yolsuzluğu bir güç aracı olarak kullanırlar. Netanyahu ise yolsuzluğun kaynağıdır.
“NETANYAHU BİR KOALİSYON LİDERİNDEN ZİYADE REHİNEDİR”
Netanyahu, İsrail’in tarihindeki en radikal hükümetini kurduğunda, endişeleri yatıştırmak için direksiyonu sıkı bir şekilde iki elle tuttuğunu söylemişti. Ancak araba yoldan çıktı ve şüphesiz çok kan döküldü. Elbette bu barış yanlısı olarak düşünülen Rabin ve Barak dönemlerinde de oldu. Ancak Netanyahu koalisyon ortaklarının desteği için her türlü bedeli göze alıp şiddeti sürekli kışkırtıyor mu? Hepimiz bunun Gazze üzerindeki yıkıcı etkilerini görüyoruz, peki bu durum İsrail’i gelecekte nasıl etkileyecek?
Kontrol altında olduğunu söylediği şeyler, Netanyahu’nun herkesi alıştırdığı tipik boş ve anlamsız retoriğinden ibarettir. Politikasını kurduğu ve oluşturabileceği koalisyona göre tanımlayan bir İsrail başbakanı var. Bu, politikacıların yaptığı şeyin tersidir. Devlet adamları, vizyonlarını gerçekleştirmelerine izin verecek koalisyonlar kurarlar. Netanyahu bunu farklı yapıyor. Vizyonunu, oluşturabileceği ittifaka göre tanımlıyor. Dolayısıyla, iktidarın devamı hedefidir. Ve iktidarın devamı, deli, mesihçi, aşırı, faşist politikaları gerektiriyorsa, bunu yapacaktır. Ve bu durum başbakanı koalisyon liderinden çok bir rehine haline getirir. İsrail siyasetinin bugün karşı karşıya olduğu durum budur. Netanyahu bu koalisyonun rehinesidir. Siyasi olarak hayatta kalmak istiyor ve savaşın sürdürülmesi dahil her türlü bedeli ödüyor çünkü savaş sona erdiği anda koalisyonunu kaybeder. Koalisyonları sürekli bir savaş durumuyla ilgileniyor. Ben Gvir ve Smotrich gibi insanlar için, mevcut koalisyondaki bu radikal isyan, Gazze’de olanlar, onlar için bir mucizedir. Bu, onların nazarında mesihçi çağın başlangıcıdır. Yahudi eskatolojisine (Dünyanın sonu, kıyamet, ölümden sonra yaşam, cennet ve cehennem gibi konuları inceleyen son şeylerin bilimi) göre Yahudiler kıyamet günü senaryosunu düşünür; Mesih bir felaketten sonra gelecektir ve bu nedenle aşırı sağcılar Gazze’nin felaketinden memnunlar. Bu onlara göre mesihçi çağın başlangıcıdır. Bu yüzden Batı Şeria’da Filistinlileri taciz ederken ve Filistinli çiftçilerin ekinlerini yok ederken de görebilirsiniz onları. Bunu yaparken ve bölgedeki Filistin köylerinin varlığını ortadan kaldırmaya çalışırken de görebilirsiniz. İşte onun türünden bir koalisyon bu ve Netanyahu gerçekten kontrol etmiyor. İttifak onu kontrol ediyor. Çünkü bu durum, iktidarın devamının hedefidir. Bu durum elbette İsrail için iyi değildir. İsrail, dünya genelinde dostlarını kaybediyor. Ekonomi ağır şekilde zarar görüyor. Liberal İsrailliler burada olup bitenlerden çok fazla yabancılaşıyorlar. Gazze’de yaşananlar İsrail toplumunun uyumunu yok etti. Bu tür liderler genellikle böyle yönetir. Bir grubu diğer gruba karşı kışkırtırlar. Netanyahu siyasi gücünü böyle inşa etti. Ve elbette, geleceği kastediyorum. Ülkedeki siyasi koşulları değiştirmediğimiz sürece, Netanyahu’yu siyasi denklemden çıkarmadığımız sürece, İsrail bu krizden asla kurtulamaz.
Beyaz Saray’dan yapılan bir açıklamada, Biden’ın Netanyahu ile kalan boşlukları kapatma, anlaşmayı bir an önce sonuçlandırma, rehineleri eve getirme ve Gazze’deki savaşı kalıcı olarak sona erdirme konularını görüştüğü belirtildi. Bu sözler daha önce de duyuldu ve Gazze savaşı birinci yıla doğru ilerliyor. Savaşın bölgesel bir hale gelmesinden endişe duyuluyor. Nasıl değerlendirirsiniz? Ve tüm dinamikler yaklaşan Amerika Birleşik Devletleri seçimleriyle bağlantılı mı?
Amerika’daki seçimlerle bağlantılı olmayabilir çünkü şimdi Joe Biden tamamen siyasi kısıtlamalardan azade durumda. Kendisinin Netanyahu ile yaptığı görüşmede söylediği gibi, tüm enerjilerini ve gündemini problemi çözmeye, rehineleri serbest bırakmaya ve bir ateşkese ulaşmaya adamak istiyor. Netanyahu’nun bu savaşı sona erdirmeye zorlanacağını göreceğiz. Şu anda, kalan sorunların azınlık gibi göründüğünü düşünüyorum ve bu küçük bir sorun çözülebilir. Bu, Hamas’ın kuzey Gazze’ye dönüşü ile ilgilidir. Fikir, kuzeyden yerinden edilen Filistinli nüfusun geri dönebileceğidir. Netanyahu, geri dönenlerin silahlı olmasını önlemek için bir gözlem, denetim ve kontrol mekanizması yaratmaya çalışıyor. Dolayısıyla bir çözüm bulunabilir. Ve Netanyahu, savaşı uzatmasına izin veren bir başka konuyu her zaman gündeme getirecektir. Ancak şu anda seçenekleri azalıyor. Her türlü denemeyi yaptı. Askeri hiyerarşiyi yabancılaştırdı. Askeriye, bu küçük sorunların çözülebileceğine ve bir anlaşmaya varılabileceğine inanıyor, bu da kuzeyde Hizbullah ile ve hatta muhtemelen Yemen’deki Husilerle bir ateşkes sağlayacak. Savaşı durdurmak için istekli olduğumuzdan değil, bahaneler listesi azaldığı için bir dereceye kadar iyimser olabiliriz! Netanyahu kamuoyu savaşını kaybediyor. Amerika’da da kamuoyu savaşını kaybediyor. Kamala Harris’in onunla görüştükten hemen sonra söylediklerini görmelisiniz. Çok, çok açıktı. O kadar açıktı ki Netanyahu, Gazze’deki savaşı durdurma ve devam eden insanlık trajedisi konusundaki sözlerine bizzat yanıt vermek zorunda kaldı. Şimdiye kadar Biden’ı bile bu terimlerle konuşurken duymadık.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM MAZİDE Mİ KALDI?
Oslo’ya gidelim. Yıl 1993. İsrail ve Filistin’in üst düzeyde ilk doğrudan, ilk kez yüz yüze anlaşma iradesi gösterdiği günlere. Washington’da Oslo Barış Anlaşması imzalanırken İzak Rabin “Savaşlardan kanla dönen biz askerler, bugün size yüksek ve net bir sesle sesleniyoruz: ‘Artık kan ve gözyaşına yeter!” demiş, Arafat ise, “Bugün, iki halkımız bu tarihi umudu bekliyor ve barışa gerçek bir şans vermek istiyor.” mesajı vermişti. Sonrasında şiddet ve aşırılık hızla Oslo Anlaşması’nı tehdit etti. Anlaşmanın imzalanmasından beş ay sonra, Şubat 1994’te Baruch Goldstein, Ramazan ayında dua eden 29 Filistinliyi katletti. Nisan 1994’te Hamas, İsrail’de bir otobüste sekiz kişinin öldüğü bir intihar bombalamasının sorumluluğunu üstlendi, onlar da katledildi. Oslo’nun başarısızlığı, iki devletli çözüm çerçevesi içindeki olasılıkları ortadan kaldıran bir kırılma noktası mıydı, yoksa bu Camp David Zirvesi miydi?
Oslo’nun ana kusuru, Madrid Barış Konferansı’nın parametrelerini aşmasıydı. Madrid Barış Konferansı’nda, Filistinliler Ürdün-Filistin heyetinde temsil ediliyordu ve fikir, Ürdün ve Filistin’in belki de federal bir devlet veya konfederatif bir devlet oluşturmasıydı. Ancak Oslo, bu kavramı aşarak doğrudan Filistinlilere gitti. Ve bu başarısız oldu. Oslo’dan geriye kalan tek şey, zayıflatılmış, altı oyulmuş ve yeterince yetkin olmayan Filistin Yönetimi’dir. Bu nedenle benim görüşüme göre doğru yol, Ürdün-Filistin çözümüne geri dönmektir. Ürdünlüler bundan pek hoşlanmayacaklardır ama bu bir noktada olacak. Hatta bir Filistin devleti kurarsanız bile bir noktada Ürdün-Filistin devleti haline gelecektir çünkü coğrafyanın ve tarihin doğası gereği; ortak bir kader vardır. 1922’de Ürdün’ün kurulmasıyla doğan… Bu, bir noktada olmalıdır. İsrail’de Netanyahu’nun siyasi denklemden çıkmasıyla merkez-sol bir hükümet göreceğiz. Böyle bir merkez-sol hükümet, Filistinlilerle bir barış anlaşmasına varamaz. Bugün İsrail’in gereksinimleri ve Filistinlilerin gereksinimleri arasında bir denge kurmak için herhangi bir siyasi kapasite yok. Dolayısıyla, böyle bir hükümet Batı Şeria’nın büyük bir kısmından tek taraflı olarak çekilmek isteyecektir. Bu olursa, Ürdün-Filistin çözümünü serbest bırakacaktır. Dolayısıyla, işgalin sona ermesi gerektiğini düşünmüyorum. Bu, Filistinliler ve İsrailliler için iyidir. Peki ya işgalin sona ermesi mutlaka bir Filistin devleti anlamına mı gelir? Bu farklı bir sorudur. Ürdün veya Filistin düzenlemesi olabilir.
“BUGÜN BATI ŞERİA’DA OLAN SÖMÜRGECİLİKTİR”
Siyonist rüya, İsraillerin birçoğu için güvenlik ve barış vaat eden bir ülke vaat ediyordu ama Filistinliler için tam anlamıyla bir kabusa dönüştü. Siz Siyonizmin hâlâ kendi kaderini tayin hakkı ile mi olduğunu düşünüyorsunuz yoksa bir tür sömürgeciliğin liberalleşmiş bir hali olarak mı bakıyorsunuz?
Elbette bugün Batı Şeria’da olan şey tamamen sömürgeciliktir. Bu, yerleşimcilerin sömürgeciliğidir. Batı Şeria’da olan şey, İsrail’in Güney Afrika durumuna doğru gerilediği ve bunun çözüm gerektirdiği bir vaziyettir. Bu yüzden inanıyorum ki, eğer Filistinlilerle bir anlaşmaya varamazsak, güvenlik sınırlarını tek taraflı olarak belirlemek için tek taraflı olarak geri çekileceğiz. Bu, 67 sınırlarına tek taraflı olarak çekilmek anlamına gelmiyor. 2006’da Ehud Olmert göreve geldiğinde bir yakınlaşma planı vardı. O zamanlar böyle adlandırılıyordu. Filistinlilerle 67 sınırları boyunca bir barış anlaşmasına varamazsak, bir Filistin devleti kurulması için, İsrail’in Güney Afrika durumuna gerilemesini durdurmak için yapması gereken şeyin bu olduğunu düşünüyorum.