Madalyonun Arka Yüzü

Paris olimpiyatları bu yılın en beklenen uluslararası etkinliklerinden biriydi. Son dönemin baş döndüren politik ve sosyal gündeminin içinde ajandalardaki yerini aylar öncesinden almış, gelişini şehirde hissettirmeye başlamıştı. Olimpiyatlar spor alanlarında yerini almadan evvel, ilk olarak muhtemelen sokaklarda hissedildi Parisliler için. Zira son iki yıldır Paris’te yoğun altyapı üstyapı çalışması olmayan pek bir sokak kalmadı diyebiliriz.

Belki her büyük uluslararası spor organizasyonu gibi (Katar 2022 Dünya Kupası yakın dönem örneği olarak hafızalarda taze) ilk tartışmalar salonları ve olimpiyat köyünü inşa ederken başladı. Hazırlıklar yetişecek mi? Bütçe aşılacak mı? Çalışma koşulları nasıl? 29 Şubat’ta olimpiyat köyünü ziyaret eden Başkan Macron işçilere karşı şöyle konuşmuştu: “Hepinizden ve yaptığınız işten gurur duyuyorum.” Macron’un duyduğu bu gurur netameli bir kavramdı. Elbette spor, dostluk, barış ve kardeşlik gibi kavramları yüceltecek bir organizasyona ev sahipliği yapmak gurur duyulabilir bir vaziyet ancak Macron’un gurur duyduğu bu koca inşaatlar içinde sayısız kağıtsızın hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalıştığı yapılardı, Macron’un gururundan kağıtsız işçiler çok da payını almamış görünüyordu.

İnşaatlar sırasında kağıtsız işçilerin çokça grevi oldu, olimpiyatlarda badminton ve ritmik jimnastik müsabakalarına ev sahipliği yapan Arena Porte de la Chapelle kağıtsız işçilerin en yoğun çalıştığı noktalardan biriydi. Bu işçilerden bazıları bu grevler sonucunda işlemlerini en azından başlatabildiler, diğerleri ise pek bir sonuç alamadı. Tüm bu grevler ve eylemler sarmalında yaz geldi ve yavaş yavaş kapanan sokaklar, köprüler ve meydanlar olimpiyatın gerçek habercisi olarak gözümüze çarptı. Geliyordu gelmekte olan, Fransız Devrimi’nin “devrim meydanı” Concorde oyunlara haftalar kala kapanmıştı. Keza 3. Alexandre Köprüsü gibi turistik pek çok yer ağırlıkla açılış töreninin izleneceği tribünlerin inşası sebebiyle yahut olimpiyat oyunları için bazı geçici alanlar oluşturmak için erkenden kapanıp birer şantiyeye dönüştüler.

Tüm bu şantiye hâlinin dünyanın en turistik şehri Paris’e pek iyi geldiğini söyleyemeyiz, özellikle yazın başından itibaren turistik turlarda azalmalar olimpiyat sürecine girildiğini söyleyebileceğimiz temmuz başından beri ise çok büyük iş ve gelir kaybı gözlemlendi. Pek çok turistik noktaya girmek özellikle temmuzun ikinci yarısında epey zordu. Başlatılan QR kod uygulamasıyla 18-26 Temmuz arasında pek çok insan işine gitmekte bile zorlandı, bir nevi COVID dönemi gibi polis ve halkı karşı karşıya getiren kısa bir süreç yaşandı. Tüm bu karmaşa ve turist sayısındaki azalmadan ötürü şimdilik sesi en çok çıkan şehir merkezindeki küçük esnaf olsa da muhtemelen zamanla çokça farklı yapı devletten yüzde elliye varan iş kayıplarının telafi edilmesini talep edeceklerdir.

Yaz başında şehrin köprülerinin altında ise ikircikli bir bekleyiş hâkimdi, artan polis baskısıyla birkaç sene evvelki gibi binlerce kişiye ulaşan kamplar olmasa da, yine de şehrin içinde yahut banliyölerinde binlerce kişinin yaşadığı illegal göçmen kampları mevcuttu. Buralardaki beklenti belli bir oranda umudu da barındırıyordu, herkes biliyordu ki olimpiyatlar başlamadan önce tüm şehir “temizlenecek” ve belki bu sayede sürekli bir kalacak yer elde edebilir miydi? Tecrübeler bunun tersini işaret ediyordu, göçmenlere karşı bir yıldırma politikası olarak düzenli olarak çeşitli sol/hümanist kolektiflerin ayakta tuttuğu bu kamplara polis tarafından saldırılır ve orada yaşayan yetişkin çocuk herkese yüzlerce kilometre ötede kalacak yer imkânı sunulurdu. Bu imkân bürokratik olarak Paris’e bağlı bu insanların kırsalda bir köy yahut kasabada yaşaması demekti. Pek gerçekçi olmayan bu çözümlerin daha sürreal tarafı ise yüzlerce km ötedeki bu “çözümler” bazen bir iki hafta bazen ise sadece birkaç gün sürüyordu. Paris’ten toplanan tüm bu insanlar birkaç gün sonra ülkenin diğer ucunda yine evsiz kalıyor ve bu durum sayısız kez kendini tekrar ediyordu. Sadece temmuz ayında Paris’te 1315 kişi yerinden edilirken bunlardan 1043’üne geçici de olsa bir kalacak yer verildi, bu da aslında olimpiyatlar için olan bekleyişin içindeki o ufak umudu haklı çıkardı diyebiliriz zira devlet Paris’e hızla geri dönen göçmenler istemediği için çok daha fazla kişiye kalacak yer vermişti. Karşılaştırma yaparsak geçen yıl aynı anda yerinden edilen 1165 kişiden sadece 95’ine geçici de olsa bir çözüm sunulmuştu.

Olimpiyatlar yaklaştıkça önce boş ve eski binaları “işgal eden” evsizler, ardından bu çadır kamplarda yaşayan göçmenler şehirden uzaklaştırıldılar, şehrin düşük gelirli bölgelerinde yürümeyi bile engelleyecek seviyede bir polis gücü yığılıp teni yeterince koyu olan, yahut kılık kıyafetinden ekonomik sefaleti belli olan insanlar üzerinde günlük hayatı eziyete dönüştüren bir baskı aracı olarak kimlik kontrolleri yoğunlaştı. Böylece yavaş yavaş şehir olimpiyatlara hazırlanıyor ve “sosyal temizlik” tüm hızıyla sürüyordu.

Bundan birkaç yıl önceye kadar kendilerine öncelikli kalacak yer gösterilen ailesi olmayan göçmen çocuklar bile artık bir çözüm bulamayıp sokakta yaşamaya adapte olmuşlardı, bazıları belli kolektiflerle organize olup okul ve kalacak yer hakkı için eylemler işgaller yapmayı başardı, bunlardan en büyüğü bir kolektif halini alıp öncelikle yaklaşık 200 civarı çocuğu temsil eden Belleville parkı kolektifiydi. Şehirde işgal evleri oluşturup bu çocukların sokakta kalmaması için çokça eylemler organize edilip bu mesele kitleselleştirilmeye çalışıldı. On binlerin katıldığı bu eylemler şimdilik devletin büyük ilgisizliğinden dolayı çok başarıya ulaşmamış gibi görünse dahi böyle bir kolektifin varlığı bile mücadele alanlarının çeşitliliğini vurgulaması açısından değerli görülebilir. Belleville kolektifi dışında olan dev bir çoğunluk ise baskıların altında ezildi ve Paris’in güzelliğine gölge düşürme riskleri bertaraf edildi.

Olimpiyatlardan payını alan sadece bu göçmenler değildi elbette, 12 binin üstünde kişi olimpiyatlardan dolayı yerinden edildi, 3 bin civarı öğrenci yurtlarından çıkarıldı, açtıkları karşı davalar sonuçsuz kaldı. Açılış töreninden bir hafta önce şehrin belli noktalarında yürüyebilmek için bile QR kod uygulaması getirildi. Olimpiyatları izlemeye kaç kişi geldi bilemiyorum ama onların sayısından fazla polis ve güvenlik gücü olduğunu söylemek çok iddialı olmaz sanırım ve bu polis gücü en büyük eforunu şehrin “sosyal temizliğine”, farklıların, emekçilerin, mültecilerin göz önünde olmamasına harcadı, devlet devasa bütçeleri basit prefabrik yapılar yapıp onurlu bir yaşam alanı vermektense göçmen çocukları sistematik olarak ülkenin farklı yerlerine harcamaya ayırdı. Şehrin ve ülkenin emek gücünün kayda değer bölümünü oluşturan kağıtsızlar ise güvencesiz yaşamlarına daha da büyük bir polis baskısı altında devam etmek durumunda kaldı.

Olimpiyat sürecinin bitmesine haftalar var, yerel kolektifler kendi mücadelelerini verip dayanışmayı yükseltmeye çalışıyorlar, son dönemde pek sonuç veriyor gibi görünmese de Paris sokaklarındaki bu David ve Goliath mücadelesi son bulacağa da benzemiyor. Paris’in şehir kültürünü en iyi yansıtan aktivitelerden biri olan kitlesel eylemler ise her ne kadar yaz döneminde azalsalar da, eylül itibariyle tüm güçleriyle geri dönüp daha eşitlikçi ve adil bir dünya için hem Macron hükümetini zorlamaya devam edecekler hem de uluslararası dayanışmayı sürdürecekler gibi görünüyor. Öte yandan olimpiyatlar ise vaat ettiği gibi pozitif bir miras oluşturamıyor, şehirde politik ajandalarla bezenmiş bir sosyal temizliğe araç olmaktan öte fonksiyonunun olduğunu söylemek zor. Ufukta bir İstanbul olimpiyatlarının konuşulduğu şu günlerde, belki Türkiye’deki güç sahipleri de olimpiyatların en çok bu “sosyal temizlik” fonksiyonunun peşindedir kim bilir?

Manşet Fotoğrafı: Geoffroy van der Hasselt, AFP

Olimpiyatlar, Paris, Göçmenler, Instagram ve Lavuk

Fransa Seçimlerini Okumak: Sol İttifakın Zaferi

Fransa’da Aşırı Sağa Karşı Yeni Halk Cephesi Formülü