Sokakta yaşayan köpeklerin “uyutulmasını” öngören yasa tasarısı geçtiğimiz günlerde “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edildi ve Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Tartışmalı kanun teklifi ülke genelinde protestolara neden olmuş, hayvan hakları savunucuları, siyasal partiler ve sivil toplum kuruluşları yasa teklifinin geri çekilmesi için çeşitli protestolar düzenlemişti.
İzmir Kent Konseyi de geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili bir basın metni yayımladı. “Hayvan Bakımevleri Hayvan Hapishaneleri Olmamalıdır” ve “Sahipsiz Sokak Hayvanlarının Yaşam Hakkı Korunmalıdır” söylemlerinin öne çıktığı açıklamada, konuyla ilgili hukuki, ekonomik, etik ve toplumsal problemlere değinildi.
Açıklamanın bir bölümünde yasada öngörülen mali desteğin takdiri kaldığı belirtilirken şu ifadelere yer verildi: “Başta yerel yönetimler olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlara bakanlıkça uygun görülen mali desteğin verileceği yasada öngörülmektedir. Ancak bu destek takdiridir. Bakanlık, malik destek verilmesine gerek görmez ya da mali destek sembolik bir değerde kalırsa, bu hüküm sadece yasa metninde görünür kalacaktır. Bu nedenle, esasen her belediyenin bütçesine uyarlanacak bir yüzde ile Bakanlık Bütçesinde belirlenecek Mali Destek yasada daha somut kılınmalı, takdiri olmaktan çıkarılmalıdır.”
Biz de Fikir Gazetesi olarak İzmir Kent Konseyi Başkanı Nilay Kökkılınç ile sokak hayvanlarına yönelik düzenlenen yasayı, ilgili sorunları ve çözüm önerilerini konuştuk.
İzmir Kent Konseyi, sokak hayvanları yasası ile ilgili bir açıklama yayımladı. Açıklamayı hem Fikir Gazetesi’nin toplumsal meseleleri ele alışıyla kesişmesi hem de kapsamlı, detaylı ve bütünlüklü bir açıklama olması ve çözüme yönelmesi dolayısıyla ilgiyle karşıladık.Neden böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissettiniz?
Öncelikle, İzmir Kent Konseyi’ne ilgi gösterdiğiniz için, yapmış olduğumuz bu paylaşımı dikkate aldığınız için ve bugün bizimle bir röportaj gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. İlk olarak İzmir Kent Konseyi’nden bahsetmek isterim size. İzmir Kent Konseyi, belediye yasasında tanımlanmış kentle ilgili Belediye Meclisi’ne öneri getirme hak ve yetkisi olan bir üst sivil toplum oluşumu. Bu oluşumun içinde İzmir Valiliği’nin temsilcileri var, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin temsilcileri var, sendikalar, muhtarlar, meslek odaları, noterler, Baro ve sivil toplum örgütleri var. Dolayısıyla çok geniş bir yelpazeyle, temsille sivil toplum alanında çalışmalar yürüttüğü için biz de her konuya mümkün olduğunca uzman görüşüyle ve gerçek yönüyle bakmaya gayret ettik.
Tabii ki hayvan hakları, hayvanları koruma yasası olarak bilinen yasa, bildiğiniz üzere 5199 sayılı yasayla düzenlenmiş hükümler içeriyor. 5199 sayılı yasa yürürlüğe girdiği zaman da Avrupa Birliği’nin (AB) normları çerçevesinde uyarlamayla gelen yasalardan birisi olduğunu düşünüyoruz. Burada da sokak hayvanlarıyla ilgili sokak hayvanlarının gerektiğinde toplanması, aşılanması, kısırlaştırılması ve bulunduğu yere tekrar bırakılması şeklinde çok amir bir hüküm vardı. Bu hükmün uygulanmasında tabii uygulayıcılar yasayı uygularken çok fazla inisiyatif kullanamıyorlar. Sokak köpekleriyle karşılaşan pek çok vatandaşın da bununla ilgili mağduriyeti biliyorsunuz basında yer almıştı. Yaşamını yitiren vatandaşlar, hayati tehlike geçirecek derecede yaralanan vatandaşlar gibi. Dolayısıyla sanırım bu açıdan bir düzenleme yapılma ihtiyacı doğdu.
“SİVİL TOPLUMA ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR”
Fakat çok aceleyle, birdenbire ve sivil toplum örgütlerinin kanaatimizce görüşlerine çok da başvurulmadan bir düzenlemeye gidildi. İlk gelen teklif hepinizin bildiği üzere sokaktan alınan köpeğin 30 gün içerisinde sahiplendirilmemesi halinde itlaf edileceği yolunda bir düzenlemeydi. Bu hepimizde bir üzüntü yarattı. Bizleri çok ürküttü. Yani bu çağa uygun bir teklif olarak asla bunu görmedik, düşünmedik. Çünkü yaşam hakkı kutsal. İnsanlar için olduğu kadar hayvanlar için de yaşam hakkı kutsal. Bu yüzden bütün partilerden, bütün sivil toplum örgütlerinden, dolayısıyla İzmir Kent Konseyi olarak bizden de bu konuda tepki geldi ve biz de ilk açıklamalarımızda buna tepki gösterdik. Spot cümleler kullandık. En çok da buraya dikkate çektik. Hayvanların öldürülmemesi gerektiği, bu şekilde 30 gün içerisinde itlafın asla ve asla söz konusu olmaması gerektiği konusunda tepkimizi gösterdik. Sonrasında sanırım sağduyu hâkim geldi. Kamuoyunun tepkileri dikkate alındı. Parlamentoda bu teklif görüşülürken öldürme ve 30 gün içerisinde sahiplerinin ölmüş hayvanların itiraf edilmesine dair düzenleme tümüyle kaldırıldı.
Burada sivil toplumun gücü çok önemli. Sivil toplum tepkisini bir şekilde gösterdiği zaman yöneticiler tarafından da mutlaka dikkate alınabiliyor. Sonuçta seçimle geliyorsunuz. 4 yıl sonra, 5 yıl sonra yine vatandaştan oy isteyeceksiniz, STK’lardan oy isteyeceksiniz. Bir de STK’lar o alanda çalışan, deneyimli kurum ve kuruluşlar ve gönüllü olarak çalışıyorlar. O yüzden her zaman tepkilerinde bir haklılık payı olduğunu görmek gerekiyor. Hem merkezi yöneticiler tarafından hem de yerel yöneticiler tarafından. 5199 sayılı hayvanları koruma yasasında değişiklik getiren bu 17 madde genel kuruldan acaba ne şekilde çıktı diye araştırdığımızda görüyoruz ki oy çokluğuyla çıktı. Çok da büyük bir fark yoktu oylar arasında. İncelediğimiz zaman yine ilk geldiği kadar kötü olmasa da yani öldürme ve itlaf olmadığı için o kadar kötü olmasa da yine eksik yanlarını gördük ve burada da bizim İzmir Kent Konseyi’nde görev yapan, gönüllü görev yapan hayvan hakları çalışma grubumuz ve hukuk çalışma grubumuz bulunuyor. Her ikisine birden dedik ki bu teklif ve yasa üzerinde bir değerlendirme yaparsanız kamuoyunda biz aydınlatalım, görüşümüzü açıklayalım.
“YASAYI EKSİK VE HATALI GÖRÜYORUZ”
Yasayı incelediğimiz zaman evet, artık sokak köpekleri tümüyle toplanacak. Bunda da belediyelere büyük bir sorumluluk verilmiş. Belediye başkanlarına ve belediye meclis üyelerine cezai sorumluluk ve parasal sorumluluk getirilmiş. Yine bu yasayı ihlal edenler yönünden de yüksek para cezaları getirilmiş. Bunu gördük. Ama hayvan evine de toplanır ve burada barındırılır şeklinde bir açıklama var sahipsiz sokak köpekleriyle ilgili. Burada da barınakların nasıl olması gerektiği konusunda bir açılım yok. Yani baktığınız zaman “hayvan evi” şeklinde tanımlanmış. Hayvan evi dediğiniz zaman herkesin aklına kapalı, sanki bir hayvan hapishanesi gibi yapılar geliyor. Dolayısıyla uygulayıcıları da rahatlatmak adına, uygulayıcıların da biraz daha inisiyatif kullanabilmesi adına hayvan evlerini daha doğru tarif etmelilerdi. Doğal yaşam parkları gibi insanların da gidip ziyaret edebildiği, sokak hayvanlarını sahiplenebildiği ya da biliyorsunuz pek çok kurum kuruluş tarafından Emniyet Müdürlüğü’ne hizmet eden köpek cinsleri var. Tıbbi hizmet eden köpek cinsleri var. Bu şekilde yararlanabilecek köpeklerin de görünebileceği, yetiştirilebileceği ve eğitilebileceği çok daha farklı bir şekilde tarif edilmeliydi. Bu yönüyle biz yasayı çok eksik gördük, hatalı gördük.
Belediyelere burada mali imkân sağlanır, destek sağlanır şeklinde bir hüküm var yeni getirilen teklifte. Ama bunu da çok takdiri bırakmışlar. Bakanlık bütçesinde bunu 1 lira da gösterebilir, 1 milyon lira da gösterebilir. Bu tamamen bakanlığın kendi takdirinde, yani sembolik kalmış. Üstelik bugün belediyelerin bütçesinin kendi kent hizmetlerini üretmeye de çok yetemediği noktada, bu kadar ağır bir sorumluluk verdiğiniz bir durumda ona ek bir bütçe göstermeniz gerekir. Belediyelere bunun için özel bir bütçe göstermeniz gerekir. Bu da yapılmamış. Hatta belediyelere kendi bütçelerinden, işte büyükşehir belediyeleri için binde 3, diğer belediyeler için binde 5 gibi bütçe ayrılır ve amacı doğrultusunda kullanılır şeklinde yine kendi bütçelerinin içinde kaldıkları hâliyle bir durum öngörülmüş. Bunu biz doğru bulmadık. Yani devletin çok geniş arazileri var, hazine arazileri. Bugün İzmir’e bile baksanız 30 ilçesi var, her bir ilçe birbirinden farklı. Metropolde zaten alan yok artık, yani yerleşimini tamamlamış. Kırsal alanda çok geniş araziler var. Yani devlet eğer belediye bir barınak kuracaksa ya da yasada tarif edildiği gibi bir hayvan evi kuracaksa bunun arsasını da doğrudan verme yükümlülüğünü yasada öngörmeliydi. Bu anlamda da biz çok takdiri bulduk bazı hükümleri. Halbuki bu konuda biraz daha net olunabilseydi belediyeler biraz daha rahat çalışabilirdi.
“HAYVAN KORUMA GÖNÜLLÜLERİ MÜESSESESİ YENİDEN GELMELİ”
Bunun dışında hayvan koruma gönüllü müessesesinin kaldırıldığını gördük. Tümüyle kaldırılmış. Halbuki hayvan koruma gönüllüleri, sivil toplum insanı ve gönüllü görev yapan insanlar bugün belki sokaklarda görevliydiler. Tanımlanmış kişilerdi, bilinen kişilerdi. Ama hayvan evlerinde de bu kişiler görev yapabilirlerdi. Görev yapmaya devam edebilirlerdi. Çünkü sivil toplum, biz paylaşımımızda da açıkladık, aynı zamanda denge ve denetleme unsurudur. Bir baskı grubudur. Dolayısıyla kamu kurumlarının da yerel otoritelerin de doğru çalışmasını sağlar. Bu müessesenin tekrar gelmesi gerekiyor. Bunun dışında yasada hatırladığım kadarıyla bir de belediyelerin sorumluluğundaki yetki paylaşımında karmaşa var. Büyükşehir belediyelerini, il belediyelerini, ilçe belediyelerini birlikte sorumlu kılmışlar. Ama hangisi, nerede, ne şekilde görev yapacak bunun açılımı yok. Örnek veriyoruz işte Konak ilçesi. Yerleşimini tamamlamış bir ilçe, Konak Belediye Başkanı var. Ama Konak’tan sorumlu bir de İzmir Büyükşehir Belediyesi var. Konak’ta bir hayvanı toplamadınız diyelim veya bir barınak kurmadınız diyelim, kim sorumlu?
Burada bir yetki karmaşası olacak. Halbuki bölgesel çözümler getirselerdi, burada asıl sorumluluğu Büyükşehir Belediyesi’ne verip ilçe belediyelerine de destek noktasında bir sorumluluk atfetselerdi, daha doğru bir yasal düzenleme olacaktı. Bu noktalarda eleştiri getirdik. Bir de bir şunu fark ettik. Evet, öldürme kaldırıldı. 30 gün içinde sahip yenilmemiş hayvanın ikna edilmesi kaldırıldı. Bu bir kere çok çok önemli bir unsurdu. Ama kanaatimizce bir hata yapılmış, bir şey gözden kaçmış. Ötenazi kavramını değerlendirirken hayvanlara ötenazi yapılabileceği öngörülmüş ama bunda da Veteriner Hizmetleri Kanunu’nun 9. maddesine atıf yapılmış, atıf yapılarak konu çözülmeye çalışılmış. Ötenazinin hangi durumlarda uygulanacağı burada açıklanmış. 2010 yılından beri yürürlükte olan bir yasa bahsi geçen yasa. 2024 yılındayız, 14 senedir değil mi yürürlükte? Burada sahiplenilmesi yasak hayvanların da bu yasa kapsamında değerlendirileceği yazılmış. Şimdi siz bir hayvanat bahçesine gittiğinizde aslan görüyorsunuz, kaplan görüyorsunuz, vahşi hayvanları görüyorsunuz, yaşatmak istiyorsunuz, insanları ziyaretine açıyorsunuz değil mi? Peki sahiplenilmesi yasak hayvanın sahiplenilmesinde devlet bir denetim getirememişse, bunun önüne geçememişse burada o hayvanın suçu ne? Onun yaşamını da diğer ötenazi kavramında değerlendirdiğiniz ve atıf yaptığınız veteriner hizmetleri yasasına sokmuş oluyorsunuz. Kanaatimce burada bir hata var ve bu hatadan mutlak surette dönülmeli. Bu nitelikteki hayvanlarda mademki bakım evlerini kurdunuz, bu bakım evlerinde yaşamının sonuna kadar hak ettiği şekilde barındırılmalı. Burada gerçekten çok ciddi bir hata var, bir çelişki var. Bizim yasada gördüklerimiz bunlardı. Söylediğim gibi, artık gördüğüm kadarıyla sivil toplum örgütleri de biraz daha genel kuruldan çıkmış hâline ilk geldiği şekle göre değerlendirmişlerdir. Zaten bu çok açık, net görülüyor. Ama yine de tüm hayvanların sokaklardan toplanması ve bulunduğu yere bırakılmaması ile ilgili de bir tepki var, hâlâ daha var. Bu da aslında pek çok belediye kısırlaştırmayla çözmüş bu konuyu. Yani aşılama, kısırlaştırma, kayıt altını alma ve çiplenme şeklinde. Aslında bu şekilde biraz belediyelerin de inisiyatifine bırakılarak bu konu çözülebilirdi. Burada da çok kesin bir çizgiyle yaklaşılmış konuya biz yasayı bu şekilde değerlendirdik İzmir Kent Konseyi olarak.
“KENT KONSEYLERİ ÇÖZÜM ÜRETİMİ İÇİN ALAN OLABİLİR”
Bu noktada sivil alanı temsil eden, onun en organize ve tanımlı kurumu olarak kent konseylerinin nasıl bir fonksiyon alması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Kent konseylerinin hemen hemen çoğunda hayvan hakları çalışma grupları var. Örneğin bizim hayvan hakları çalışma grubumuz daha önceden başladığı şekilde İzmir’de ilçelerin barınaklarını ziyaret etmekteydiler. Burada da yapıcı önerilerle yerel yönetimlere öneri getirmekteydiler. Dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin bir kere mutlaka bu hayvan barınaklarında ya da hayvan evlerinde aktif olmalarının sağlanması gerekiyor. Sonuçta burada bahsi geçen kişiler gönüllü hizmette bulunuyorlar. Dolayısıyla İzmir Kent Konseyi ve ilçe kent konseylerinin de bu şekilde sokaklardan toplanan hayvanların gittiği mekanlar hayvan evleri olduğuna göre ve kayıtla gidildiğine göre bu konuda aktif olarak denetim, yani sivil inisiyatif olarak denetim görevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. Biz bu alanda mutlaka üzerimize düşeni yapacağız. Bizim tabii İzmir Kent Konseyi daha çok Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik öneri getirebiliyor. Ama ilçelerde de ilçe belediyelerinin barınaklarını da gidip gezdiler. Bir yıl boyunca da yine gidip gezecekler.
Bu arada tabii eğitimler vermek gerekiyor. Vatandaşı da en azından ilgili kılmaya gayret göstermek gerekiyor. Gönüllü olmaya teşvik etmek gerekiyor. Sokakta bir hayvan diyelim ki yerel yönetim tarafından toplanmış. Örneğin ne olabilir? Yönetmelik de belki düzenlenebilir. Sokaktan hayvanı alan yetkili, belediye yetkilisi olacak çünkü kanun zaten belediye yetkilisini görevlendirmiş, muhtara bir bildirim yapabilir ve topladığı hayvanların kayıtlarını bir örneğine muhtara bırakabilir ve nereye götürdüğünü söyleyebilir. Bugün bir arabanız çekildiğinde bile çekilmesine üzülmüyorsunuz, ödediğiniz cezaya da üzülmüyorsunuz fakat o aracı bulmak için bütün bir gün uğraşıyorsunuz ya. Gerçekten çok büyük sıkıntı. Bu can sonuçta, can dostlar, öyle değil mi? Dolayısıyla bu bir çözüm olabilir. Muhtarlıklarla ilgili, sivil toplum örgütlerinin bunu yakın olarak takip etmesi ve vatandaşların da bildirimde bulunabileceği, 7-24 hizmet veren kadına karşı şiddetle mücadelede olduğu gibi sokak hayvanlarıyla ilgili de bir ihbarda bulunabilecekleri, bildirimde bulunabilecekleri kurumların olması lazım. Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri toplamakla yükümlü olduklarına göre bu da tabii kent konseyleri oluyor, adres kent konseyleri oluyor. Bu tür çözümler üretilebilir.
“KENT KONSEYLERİNİN GÜÇLENMESİ GEREKİYOR”
Genel olarak Türkiye’deki bütün sorunlarda yurttaşların bir şekilde sivil olarak çözümün paydaşı olması için önümüzdeki dönemde kent konseyleri olarak nasıl bir pozisyon almalısınız?
Şöyle aslında, kent konseylerinin de kendi içinde mevzuata bağlı sorunları var maalesef. Avrupa’da, dünyada, medeni ülkelerde sivil toplum çok önemli biliyorsunuz. Özellikle Almanya’da belli bir sayıya geldiği zaman parlamentoya yasa teklifi verme hak ve yetkisi var. Parlamentoda kabul edilmemişse referanduma kadar giden bir süreci var sivil toplumun. Türkiye’de de hukukçu olduğum için söylüyorum ve bunu her ortamda dile getiriyorum., anayasal kuvvetlerle yasama-yürütme-yargı olarak açıklanır ama bana göre medya ve sivil toplum da var. Artık bu üçü beş kuvvet olarak saymamızın bir şansı var. Önemli baskı grupları ama sivil toplum örgütlerinin de daha da güçlenmesi lazım, özellikle kent konseylerinin.
Kent konseylerini sadece belediye yasasında bırakmışlar ve sadece kentle ilgili belediye meclisine öneri getiren seviye toplum oluşumları olarak göstermişler. Oysa Avrupa’da olduğu gibi, hatta Almanya’da örneğini verdiğim gibi, parlamentoya da yasa teklifi verebilir gücü olan bir konsey olarak çizilebilirdi konseylerin yetkileri ve görevleri. Bu anlamda biz de çalışmalar yürütüyoruz. Türkiye Kent Konseyleri Platformu var. Burada İstanbul’dan Ankara’ya, Adana’dan Ardahan’a kadar çok fazla kent konseyi bir arada çalışıyor. Biz de bu platformun yürütme kurulu üyesiyiz aynı zamanda. 6 ayda bir de dönem başkanlığını üstleniyorlar. Şimdi Çorlu Kent Konseyi 6 ay için dönem başkanlığını yürütüyor. Bizim orada da toplantılarımız oluyor ve bir ortak açıklama, ortak irade göstermeyi gayret ediyoruz. 6 ayda bir genel kurulları oluyor ve gittiğimiz kentte daha çok çevreyle ilgili sorunları görüyoruz. Onların çevre mücadelelerine katkı sunmaya çalışıyoruz. Ama bu genelde sadece basın açıklaması, bir pankart göstermek ve toplu bir günlük bir eylem olarak yansıyor. Ama bir konunun nasıl çözülebileceği konusunda da içeriği daha dolu uzman ve yetkin kişilerle de yol alabilen bir çizgisinin olması gerekiyor kent konseylerinin. Bu anlamda biz aşağı yukarı ben hukukçu olduğum için 4-5 çalıştaya katıldım, 4-5 genel kurula katıldım. Bunlardan bir tanesi göç ve uyumla ilgiliydi. Bu da biliyorsunuz sokak hayvanları kadar bizim ülkemizde çok önem verilen bir konu ve çok farklı görüşlerin de olduğu bir konu.
İstanbul’da Esenyurt’ta yapılmıştı ve biz İstanbul’da daha çok platformun genel kurumunda İstanbul’un ilçeleri ve İzmir’den giden ilçelerin temsilcileri varken inanılmaz farklı görüşlerle karşı karşıya kalmıştık. Benim en çok şaşırdığım Maltepe’nin, Kartal’ın, Esenyurt’un birbirinden bu kadar farklı görüşlerle yol alıyor olması ve platform çatısı altında da yine birlikte olmaya gayret ediyor olmasıydı. Asgari müşterekte anlaştığımız bir metin ortaya çıkardık ve bunu duyurduk. Yine Bandırma’da bir genel kurulu yapmıştık. Orada da yine biz aktif çalışma içerisinde olduk. İşte orada da insan hakları, anayasa, toplumsal cinsiyet eşitliği ve benzeri konularda yani hassasiyet gösterilen konularda yine ortak deklarasyonu açıklamaya gayret ettik. Orada da en çok yerel yönetimlerde kayyumla yönetilen daha önceki dönemdeki süreçle ilgili söylemler vardı. Bu ve benzeri tabii ki hem kentleri ilgilendiren hem de Türkiye genelinde hepimizi ilgilendiren, bütün Türkiye’yi ilgilendiren, uluslararası boyutları da olan konulara biz platform olarak eğiliyoruz. Bunlar üzerinde de çalışıyoruz.
Şimdi yeni anayasa süreçlerinden bahsediliyor. İşte bu anayasa yapılırken ben aynı zamanda bir yerel yönetim hukukçusuyum. Yerel yönetimlerin daha inisiyatif alabilir, daha özgür çalışabilir ve AB yerel yönetimler şartına daha uygun bir biçimde olabilmesi sağlanır. Yine kent konseyleri çatısı altında ya da nezdinde sivil toplum örgütleri için de daha güçlü kılınabileceği sivil toplum yapılarının oluşmasına imkan veren yasal teminat altında da alınmış sivil toplum örgütlerimiz olur. İzmir Kent Konseyi ve kent konseyleri için de tabii ki yeni bir yasa, yani belediye yasasından çıkarılıp Kent Konseyleri adı altında bir yasayla hem merkezi idareye hem yerel yönetimlere ve insanı toplumu ilgilendiren her alanda yapılan gönüllü çalışmalarla ilgili daha özgür, yapıda sivil toplum üst oluşumları olarak düzenlenmesini bekliyoruz diyeyim.