Geçtiğimiz günlerde “İklim Krizini Yoğun Olarak Hissettiğimiz Bugünlerde Nasıl Besleniriz?” sorusunu tartışmıştım. Bu tartışmayı yaparken halkın içeri alınmadığı salonlarda sabahlara kadar kavga edildi; birçok insanın direnişine rağmen hayvanları katletme yasasına onay verildi. Ülkenin birçok yerinden kül olmuş ormanlık alan fotoğrafları sosyal medyada yer aldı. Ortadoğu’nun büyük bir kısmında artarak devam eden çatışmaların videoları yayınlandı, çocukların feryatları kulaklarda çınladı. Tüm bunlar sadece birkaç gün içerisinde olurken ifade özgürlüğüne uzun zamandır tam olarak erişimimizin olmadığı bir ülkede bir de Instagram’ın yasaklanmasına şahitlik ettik. Bunca sorunun arasında “Yine mi ekolojik kriz Dicle?” diyebilirsiniz. Ancak savaşlardan ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına kadar birçok olayın ekolojik krize doğrudan etkisi olduğunu tartışabilmek için bu yazıyı yazıyorum.
Savaşların çıkması, otoriter rejimlerin yükselişi, çatışma ortamının her coğrafya için “normalleşmesi”, özgürlüklerin kısıtlanması, doğal yaşam alanlarının yok edilmesi gibi birçok şeyin ekolojik kriz ile az ya da çok bir şekilde ilgisi bulunuyor. Savaşların nedenleri de sonuçları da ekolojik krizin derinleşmesinde yıkıcı bir etken oluyor. Doğal kaynak rezervlerine sahip olmak isteme, sömürge politikaları, soykırımlar, devletlerin kendini koruması için fosil yakıt yatırımlarını artırması ve yoğun kimyasal ile çalışan üretim merkezlerinin bombalanması gibi birçok sebep ekolojik krizin derinleşmesine doğrudan etki sunuyor. Savaşların en büyük etkisi savaşın olduğu topraklara ve toplumlara olurken tüm dünyayı da hava, su ve toprak yolu ile etkilemeye devam ediyor. Kirliliğin artışı, gıda üretiminin yetersizliğinden dolayı açlığın artması, yağışların azalması, barajların zarar görmesi ve savaşlar ile açığa çıkan kimyasalların suya havaya toprağa karışması, bulaşıcı hastalıkların artışı gibi birçok sebep krizi derinleştiriyor.
Kuraklık, yer altı sularının azalması, düşük nem miktarı gibi birçok etken ormanları yangınlara hazır hâle getiriyor. Kamu kurumlarının özelleştirilmesi ile denetimin azalması, tek odağın kâr üretmek olması, halk sağlığı ve çevre sağlığını gözetmeme, yetersiz altyapı gibi birçok sebepten dolayı yangınların sıklığı ve yaygınlığı artıyor. Ekolojik kriz, yanmayacak olanı; bir sigara izmariti, kırılmış bir cam parçası, kontrolü sağlanmamış eski bir elektrik direği ile yanacak hâle getiriyor. Uzun zamandır yağış alınmaması, var olan yağışların yeterli olmaması ve yer altı sularının azalması gibi birçok sebepten dolayı bitki örtüsü aşırı sıcaklıklara dirençsiz hale geliyor, bu durum yangınların büyümesine neden oluyor. Ormanlık alanların, bakir arazilerin hızla imara açılması, şirketlerin doğayı sadece bir meta olarak görmesi, alınan önlemlerin yetersiz olması bu zemini oluşturuyor.
Orman yangınları sadece bitki örtüsünü ve ağaçları değil, yaban hayvanlarından bakterilere kadar orman ekosistemi içindeki tüm canlı topluluklarını etkiliyor. Bu durum insanların ve diğer canlıların zorunlu göç etmesine, istenmeyen türlerin istilasına kadar birçok sorunu da beraberinde getiriyor (1). Yapılan çalışmalarda orman yangınlarının nedenleri arasında en çok insan kaynaklı nedenler belirtiliyor. Çalışmalarda sunulan nedenler arasında tarla açma, sigara izmaritleri, avcı ateşi ve çobanların neden olduğu yangınlar göze çarpıyor olsa da (2,3) asıl nedenin doğa üzerindeki yıkıcı üretim ve tüketim faaliyetlerinin yarattığı tahribatı oluşturan kapitalist sistemin ve çevresinde oluşan politikaların olduğunu görmek gerekiyor. Tartışmayı bu şekilde derinleştirmek, nedenlerin birbiri ile bağlantısını kurmak alınacak önlemler için daha hızlı adımlar atılmasına katkı sağlıyor.
Ekolojik krize dair birçok alanda mücadele devam ediyor. Uzaktaki bir mücadele örneğini görebilmek, mücadelelere destek olabilmek için de sıklıkla kullanılan alanlardan biri -pratik süreci engellediği gibi tartışmalar devam etse de- sosyal medya araçları oluyor. Toplumsal muhalefete karşı her türlü alanın kapatılması, ifade özgürlüğünün her anlamda kısıtlanması en son örnek olarak Instagram kapatılması da ekolojik krizin derinleşmesine dolaylı da olsa katkı sağlıyor. Otoriterliğin her geçen gün artışı, iktidarın yaptığı şeyler için açıklama yapma sorumluluğunu hissetmemesi, yayılacak her türlü bilginin erişiminin kısıtlanabilir olması, kamunun ve sermayenin desturunu tamamen kaybetmesine neden oluyor. Birçok alanda her şeyi yapabilir bir hâlin mümkünlüğünü artırıyor.
Tüm bunları konuşurken sermayenin ve devletlerin de ekolojik krizi gören bir yanı olduğu büyük bir gerçeklik. Ancak bunu ne anlamda gördüğünü ve nasıl değiştirmeye çalıştığını tartışmak önemli. Devletler yeşil mutabakat, COP’lar, İklim Değişikliği Anlaşması gibi adım attığını söylüyor. Birçok kurum ve şirket bir yandan savaşı desteklerken bir yandan sosyal sorumluluk projelerine destekler sağlıyor, en büyük maden ocaklarına sahip şirketler ekoloji ile ilgili çalışmaları fonlayabiliyor, bankalar bir yandan e-fatura, 19.30’dan sonra ışıkları kapatma gibi kampanyalarla ekolojik krize karşı “mücadele etmeye” çalışırken diğer taraftan ekolojik yıkıma neden olan büyük şirketlere yüklü meblağlarda kredi vermeye, teşvik indirimi yapmaya devam ediyor. Ekolojik alanda sözde mücadele eden birçok uluslararası örgütte bu kampanyaları çok büyük adımlar olarak değerlendirip paylaşmaya devam ediyor (4).
Sonuç olarak; anti-militarist, anti-patriyarkal olmayan, hayvanların yaşama hakkına sahip çıkmayan, üretenin yanında yol almayan kimsenin ekolojik krize dair üzerine düşen görevi yerine getirdiğini düşünecek bir ortama prim vermememiz gerektiğini düşünüyorum. En büyük tarım arazilerini sömüren, çocuk işçiliğini yaygınlaştıran bir şirketin sürdürülebilir pipet kullanıyorum diye reklam yapması, yönetim kurulunda en büyük maden şirketlerinin sahibi bulunan çevre örgütlerinin pandalar için sokaklarda para topluyor yapıyor olması, araba markaların bir anda tüm arabalarını elektrikliye döndürmeye çalışması için toprakları sömürmesi gibi büyüklü küçüklü birçok örnek verebileceğimiz yeşil aklama politikalarına destek olmaktan başka yapacağımız birçok şey var. Örneğin, İngiltere’de yabani ormanlarda köpeklerle birlikte tohum bırakılmasını sağlayan bir çalışma ile ekolojik çeşitliliğin artmasına katkı sağladığına dair bir habere rastladım. Canlıların yaşam hakkını elinden alan bir iktidara karşı birçok canlının bir arada olduğu bir yaşamın içinde olduğumuzu hatırlayarak bunun gibi örnekleri artırdığımız adımlar atabiliriz. Gücümüzün her yere yetemeyeceği bir gerçek ancak kendi çeperimizden, mahallelerimizden başlamamız gerektiğini, her gün yolda işe giderken size eşlik eden köpeğin oralarda olup olmadığına dikkat ederek, savaş çığırtkanlığı yapanlara, bir halkın özgürlüğünü savunmak adı altında sansürü her alanda artırmaya çalışanlara, birçok dev şirketin vergilerini bir gecede silebilirken toplumun üzerindeki vergi yükünü her geçen gün artırarak açlıkla terbiye edenlere karşı, bu durumların “normal” olmadığını ifşa ederek daha iyisi için mücadele ederek adım atmaya başlayabiliriz.
Başvurular
(1): https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/297593
(2): http://tucaum.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/280/2016/12/Int_semp_FC13.pdf
(3): https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1787588
(4): https://www.wwf.org.tr/?1301/bankalardusukkarbonkredisinedestekoluyor
İklim Krizini Yoğun Olarak Hissettiğimiz Bugünlerde Nasıl Beslenmeliyiz?
LGBTİ+’ların Beslenme Hakkına Erişimleri ve Yaşadıkları Zorluklar
23 Nisan’da Koltuklar Şenlendi, Peki Şimdi Çocuklar İçin Neler Yapılacak?