Erdoğan’ın 2018’de Nihal Atsız şiiri okuması o sıralarda pek tartışılmadan geçip gitti ama ideolojik olarak anlaşamayacakları muhakkak olan iki kişinin bu yakınlaşması geçip gidilecek bir şey değildi. Hoş, Erdoğan ideolojik olmayın diye çok sık konuşuyor ama hakir gördüğü ideoloji ahlak, yol ve yöntem demektir. Milli Görüş gömleğini çıkardım dediği andan itibaren herkesin ideolojisiz olmasını istemesi “Siz de benim gibisiniz!” diyebilmek için olmalıydı. Bunu kanıtlamak için de ideolojiye sahip olanların kaybettiği bir dünyayı hep hatırlattı. Ama sakince bakınca ideolojinin hep kazandığını öyle olmasa insanlığın mağaralardan bugüne asla yol alamayacağını da biliyor herkes. Tarihin bir anında öyle ya da böyle kazanıyor olduğunuzda diğer anlarında da otomatikman kazanıyor olmazsınız. O anı tüm anlar zannetmek ise ciddi hata.
Siyasal İslam’ın ve ittifak ortaklarının yıpranmışlığıyla birlikte gelecek dönemde daha çok İslam öncesi Türklüğe vurgu yapan siyasi tartışma ve eğilimleri de göreceğiz sanırım. Erdoğan da bunu daha önceden hatta Ümit Özdağ’dan da önce görmüş olmalı ki 2018’de Atsız şiiri okuyarak oraya bir taş koyuyor ve hatta ön alıyor. Ümit Özdağ’ın “Bize İçişleri Bakanlığı verselerdi Erdoğan’a destek verirdik’’ demesi de Sinan Oğan’ın son andaki Erdoğan desteği de elbette bu durumla ilgili. Erdoğan karşısındakilere muhakkak tutunabilecekleri bir dal uzatır yöntem olarak. O dalı tutanlar Erdoğan’ı tutmuş olurlar böylece. Ancak MHP’nin, hem Hatay halkının iradesi hem de vekilliği gasp edilen Can Atalay için Meclis oturumu sonrası “AKP bize gerek kalmadan işi halletti” demesini ben tersinden okuyorum. Bir çok kişi MHP’nin AKP’yi takdir etmesi ve haliyle de küçük olanın değil belirleyici olanın kendisi olduğunu ilan etmesi olarak yorumlasa da pratik politikada olan tam tersi yönünde. Çünkü bu MHP’ye gerek kalmama hali onun var oluşunu da sarsar. MHP ye gerek kalmaması ne demek? AKP’nin milliyetçi olacağını değil aksine onu tüketerek içini boşaltacağını niye düşünmeyeyim. İnançlara ve ideolojilere ilişkin farklı düşünsem de yaşanan pratikler yüzünden “İktidar yüzünden dinden uzaklaştım” diyen pek çok kişiyi duymamızın nedeni ne olabilir? Bunu “yetmez ama evet” ile bir kısım sola da yapmadı mı? Milli Görüş’te Saadet Partisi ısrar etse de bir daha dönebildi mi o görüş eski günlerine? Siz her ne kadar o kişinin bizimle alakası yok deseniz de kişi ve fikir arasındaki bağ canlıdır. Özne ile ideoloji arasındaki tartışmayı daha fazla uzatmayayım ama fikir. kişilerle özdeşleşir, öyledir yani pratikte…
Türkçü akımlar arasında bir tartışmanın büyüyeceği ve kimilerinin Arda K gibi harekete geçmesi popülerleşmesinde saklı bence. Eskişehir’deki Arda K’nin ırkçı saldırısını münferit olarak görenler yakın gelecekte “yaygınlaşan bu durumu niye görmedik!”’ derse “siz görmek istemediniz!’’ cevabını alırlar ama bunun Türkiye’ye bir faydası olmayacağı gibi benim nefsim için de bir anlamı yok.
Diamond Tema’yı da ona gelen güçlü desteği de bu popülerleşme bağlamında görüyorum. Objektif olarak Diamond Tema gibi düşünmeyenler de ifade özgürlüğü için ona destek verdi ama sonuçta bu destek onu büyütüyor, ifade özgürlüğü için destek verenleri değil… Zorlu bir konu biliyorum ama örgütlenmesi ve büyümesi gereken ifade özgürlüğünü savunanlar yani sol ama pratikte öyle olmuyor. Sol ne yazık ki etkisizleşmiş durumda neredeyse…
Aynı fikirde olmasa da özellikle başka uluslara ilişkin aynı cümleleri kullanmayacak olsa da sokak röportajında yaptığı konuşma dolayısıyla tutuklanan Dilruba’ya pek çok insanın verdiği güçlü destek de öyle. Popülerleştiği için tutuklandı da diyebilirim Dilruba’ya…
Kendi fikrimden gayrı olarak son yirmi yılın belirleyici partileri siyasal İslam ve Türklük arasında manipülasyon yapanları da görüyorum ve iki gücün alanı iç içe geçtikçe gerilimleri de yükselecek diye düşünüyorum. Geçmişte geçici ittifaklar yaptıklarını biliyorum ama o zamanlarda gerilim olduğunu da biliyorum. Bugünkü gibi sarsıcı ve uzun bir ittifak hiç olmamıştı. İslam da kavmiyetçilik olamaz. Türk ya da Arap olmak bir üstünlük meselesi olamaz bir kişi ben Müslümanım dedikten sonra… Eski ama yeni akım Türklükte ise henüz açıkça ve “utangaç” dillendirilmeye başlasa da İslam olmanız yeterli bir kriter değil ama Türk olmanız bir kriter. Eskiden de söyleniyordu ama bu söylemin artık daha kitlesel ve etkili olduğunu en azından sosyal medyada görüyorum. Filistin meselesinde Londra’dan, Newyork’tan ve hatta ne kadar zor olacağını tahmin edersiniz Tel Aviv’deki barış eylemlerinden daha geride kalan ilgi düzeyi bunu göstergelerinden biri bana kalırsa. İktidar olduğu halde bir-iki miting yapmak, “sorarlarsa yapmadık demeyiz”den öteye değil. Ki o sayılı mitingin de esas olarak Filistin için değil içerideki muhalefete karşı “Ben İsrail ile ticaret yapmıyorum!” demek için yapıldığını söyleyebilirim. Bu Filistin’den de görülüyor olmalıydı ki Erdoğan’ın kızarak çağırdığı Mahmut Abbas bile TBMM oturumuna katılması sonrasında Özgür Özel’i Filistin’e davet ediyordu.
Daha önce çok sık söylediği gibi Bahçeli yine gelenek olarak DEM Parti’nin kapatılması için tam bu esnada bir açıklama yaptı. Bu açıklama DEM Parti açısından ‘Aaa ne yapacağız şimdi!’ diye karşılanmayacak bir durum ve arada TİP, Ahmet Şık’ın adının anılması da Can Atalay oturumunda AKP’li vekillerin MHP’ye gerek bırakmayan tavrının devamı olarak bir zorunluluk gibi duruyor. O halde muhatap ne DEM ne de TİP. Bahçeli’nin istediği, parti kapatma, vekillikleri düşürme gibi işleri kim yapacak? MHP’nin sık sık kapatılmasını istediği Anayasa Mahkemesi mi? Can Atalay oturumu dolayısıyla AKP ve MHP’nin Meclis’te de kararlarını tanımadıklarını ilan ettikleri Anayasa Mahkemesi olamayacağına göre kim? Elbette bu bir yargı, hukuk meselesi değil. Yönelimi gösteriyor Bahçeli. İyi ama kime gösteriyor? Durun lütfen, burada bir sorun var! AKP, HDP ile yeni Anayasa vesilesiyle görüştüğünde ne demişti Bahçeli: “Meclis’teki partilerin birbiriyle görüşmesi doğaldır.” Doğal…
Tam ifadeyi bulmalıyım, bir dakika lütfen… “AK Parti heyetinin Anayasa değişikliğini görüşmek için Meclis’te grubu bulunan siyasi partileri ziyaret etmesi son derece doğal ve doğru bir adımdır. Görüşüldüğüne değil, çözümün nasıl olduğuna bakıyoruz.”
“Meclis, doğal, doğru” tüm bu kavramlar HDP ile görüşme için söyleniyor.
Sanılanın aksine MHP, DEM parti ile AKP’nin görüşmesi, açılım ihtimali vs. ile değil tam olarak bu yüzden yani alanlarının iç içe geçmesinden AKP ile gerilmekte. 17-25 takviminin Ali Koç ile Bahçeli’nin görüşmesinde kadraja sokulması da tam olarak bu yüzden. MHP sembollerle konuşmayı sever. Sembolü oraya koyan farklı açıklama yapsa da sembol yine de konuşur kendi tabiatınca.
Açıkça söylenmeyenler semboller dolayımıyla söylenir böyle zamanlarda. Açıkça DEM Parti kapatılsın demek bir şey demek değildir bu açıdan. Açıkça söylenenler yeterli olsaydı bir de semboller konuşsun istenmezdi.
Bahçeli’nin “Amedspor yok” demesinden sonra yeni seçilen TFF Başkanı Hacıosmanoğlu’nun Amedspor’u ziyaret etmesi de o esnada Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un Bahçeli ziyaretinde 17-25 takviminin kadraja sokulması da Ali Koç’un CHP’yi ziyaret edip AKP’yi etmemesi de normal değil tabii.
Fakat tüm görünenlere rağmen MHP’nin ittifakı Kürt meselesi üzerinden bozacağını kimileri konuşsa da ben hiçbir zaman böyle düşünmedim. AKP’ye siyaset olanağı tanıyan bir yaklaşımı var MHP’nin: “Sen de siyaset yap ben de…’’ Erdoğan’ın 2018’de Atsız şiiri okumasını sadece bir şiir olarak görmüyorum. Atsız’ın din ve Araplar hakkında yazdıklarını şimdi birileri yazsa bizatihi iktidar onu hedefe koyabilir ama Erdoğan buna rağmen onun şiirini okuması ne anlama geliyor olabilir? Her ne kadar Atsız, MHP’nin retorik alanı almasa da AKP o alana girerek bir şey demiş oldu.
Ayrılık da gerilim de buradan büyüyen gerilimden kopacak muhtemelen. MHP’nin “Meclis’te bana gerek kalmadan işleri halletdin” demesi üzerine biraz daha düşünelim. Şimdi de şunları hallet bakalım diye devam ediyor MHP. Burada önemli olan MHP’nin ben yön veriyorum, ben yönetiyorum diye ilan etmesi. Benzerlerin kavgası benzemezlerden daha büyük olur. AKP ve MHP esas olarak benzer olmasa da AKP’nin benzermiş gibi yapması ciddi sorun sanırım MHP için. Bu rol çalma, altını oymak demektir çünkü arada bir biat yok ise. Söyleneler de bunun için zaten.
“Atsız ile uzak olsam da sinsice benim ‘mahalleme’ girersen uzak olsan da Cemaat ile aynı mahallede olduğun dönemi hatırlatırım, bak elimde dosya da var”
Gündemi kaçırmama paniğiyle yazılan ek:
Ben yazıyı yetiştirmeye çalışırken Kılıçdaroğlu’nun evinde İmamoğlu ile gizlice görüştüğü haberi geldi. Özne olarak Kılıçdaroğlu’nun evini kullandım çünkü siyasette nerede görüşüldüğü, kimin kime gittiği bir güç göstergesi…
Meseleye ağırlayan ve ağırlanan olarak bakıldığında dahi durum netleşiyor. Davet öncesi telefon görüşmesinin nasıl olduğunu siz tahmin edin. Misafirperverliğin yaygın ve gelenek olduğu ülkede nasıl olmuştur bu görüşme hepimiz bilebiliriz.
Bazen hakaretlerle dışlanmaya çalışılan Kılıçdaroğlu’nu evinde ziyaret etmek ne anlama geliyor olabilir?
Kimi muhalif medyada da iktidara benzer ilişkilerin kurulduğu çok yazıldı. Madem öyle şimdi de iktidar medyasındaki gibi dönüşler yahut kelime oyunları niye olmayacakmış.
Kılıçdaroğlu’nun yapmaya çalıştığı bir ideoloji olmasa da halkçı tavrı geliştirmeye çalışmıştı ve inşa ettiği politikanın hayrını hem memleket hem de partisi onsuz gördü. Hep kaybeden olarak hakir görülse de kazanmanın yolunu da inşa etmişti. AKP nihayet kaybettiği seçim sonrası, kazanan Özel’in normalleşme önerisini bozup kendi normalleşmesini yaratıyorken CHP’nin de kendi içinde normalleşmesi gelecek için pek mühim görünüyor. Muhalif medya ise umarım “normalleşmez” ve yer kapma mücadeleleri değil ama fikirler kıyasıya çarpışır…