Julie Matthaei, Matthew Slaats
Dünyanın, tarihin herhangi bir döneminde ekonomik dönüşüm ihtiyacı üzerine durup düşünmesi gereken bir an olsaydı, o an şimdiki an olurdu. Bu gezegen üstünde karşı karşıya kaldığımız; hepsi de ırkçı-kapitalist- patriyarkal- ekoloji karşıtı kapitalist sistemimiz içinde derin kökleri bulunan krizler, yoğun ve kronik nitelikte ve aşağıdakileri içeriyor:
-iklim değişikliği ve ekolojik yıkım
– artan eşitsizlik, güvencesizlik ve yoksulluk; servetin ve iktidarın çok az sayıda kişinin elinde yoğunlaşması
– yozlaşmış, militarize olmuş hükümetler ve savaş
– toplumsal cinsiyete dayalı, ırksal-etnik nitelikli kalıcı eşitsizlikler ve Kuzey-Güney eşitsizliği ile bakım işlerinin değersizleşmesi
– tüm alt gruplar boyunca, topluluk bağlarının yıkımından kaynaklanan; izolasyon, anlam kaybı, depresyon ve yabancılaşmayı da içeren kişisel krizler
Bizler, Riana Eiser’in (2023) sözleriyle, batmakta olan bir geminin üstündeyiz. Hayatı her zamanki biçimiyle yaşamak ve geminin üst katlarına tırmanmak için yarışmak veya bu rekabeti daha adil hale getirmek veya hatta geminin bağırsaklarında kürek çekmekte olan kölelerin kendi özgürlüklerini elde etmeleri için mücadele etmek bile artık yeterli değil. Gemi batarsa herkes yine de boğulacak! Eisler’e göre, kendimizi geminin içinde adil biçimde konumlandırmak üzere mücadele etmeye devam ederken, birleşik ve farklı enerjilerimizi ve yeteneklerimizi geminin kendisini onarmak için nasıl kullanacağımızı anlamaya ihtiyacımız var.
Ancak, tecrübe etmekte olduğumuz krizler yapı itibarıyla sistemik nitelikte olduğundan, ekonomik “gemiyi” sadece eski haline getirecek biçimde onarmanın ötesine geçmek zorundayız. Yeni ve daha iyi bir ekonomik sistem inşa etmeye ihtiyacımız var çünkü bizimkinin ne adil ne de sürdürülebilir olduğunu anlamış bulunmaktayız. Bu ise US Solidarity Economy Network’ün* (ABD Dayanışma Ekonomisi Ağı) “Diren ve İnşa Et” diye adlandırdığı ikili bir eylem setine ihtiyaç yaratıyor. Kapitalizmin hem maddi hem de duygusal anlamda yarattığı adaletsizliğe karşı acil “direnişe” devam ederken, alternatifler tahayyül ve inşa etmeye yönelik adımlar da atmak zorundayız. Cooperation Jackson** bunu “İnşa Et ve Savaş” (Akuno ve Nangwaya, 2017) diye adlandırırken, Robin D.G. Kelley meseleyi sadece neye karşı olduğumuza değil neyi desteklediğimize de dair sorular sorma meselesi olarak görüyor (Kelley, 2022).
Fakat ne inşa edebiliriz? Görünürde hiçbir gerçek çözüm yokken, ileriye giden hiçbir olumlu yol bulunmazken, gezegen üstündeki hayatın sonunu tahayyül ettiğimiz ilginç bir anda yaşıyoruz. Yaşanabilir bir gelecek vizyonundan yoksun bırakılmış; Tony Fry’nin (Fry, 1999) son derece anlamlı biçimde ifade ettiği üzere, geleceksiz bırakılmış durumdayız.
Dayanışma ekonomisi, adil ve sürdürülebilir bir gelecekteki ekonomiye doğru ilerleyen bir çerçeve, olası bir gelecek, bu krizlerden ileriye doğru bir çıkış yolu sunuyor. Bize barışçıl, adil, sürdürülebilir, demokratik ve özgür bir ekonomiye doğru giden sistemik bir dönüşüm sürecinin dünya çapında zaten yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Dayanışma ekonomisi çerçevesi bu dönüşümün parçası olan ekonomik değerleri, pratikleri ve kurumları belirliyor. Hep birlikte söz konusu pratikleri derinleştirmekte ve yaygınlaştırmakta olan toplumsal ve politik hareketler aslında mevcutlar ve uzun zamandır da varlıklarını sürdürüyorlar. Bunu yaparlarken, kapitalizm dönüştürülüp aşılıyor. Bu yazının geri kalan bölümünde, dayanışma ekonomisini daha geniş bir paradigma kayması süreci içine yerleştirip, hali hazırda onu oluşturmakta olan başlıca ekonomik pratikler ve kurumların bazılarını tartışacak ve dayanışma ekonomisi hareketinin yüz yüze kaldığı kimi konuları ve zorlukları ele alacağız.
Eşitsizlikten dayanışmaya: Daha büyük bir paradigma kaymasının parçası olarak dayanışma ekonomisi
Dayanışma ekonomisini çığır açan bir paradigma kayması sürecinin, eşitsizlik paradigmasından dayanışma paradigmasına doğru yaşanan bir kaymanın parçası olarak bağlamına yerleştirmenin yararlı olacağına inanıyoruz. Paradigma derken, toplumsal ilişkileri, pratikleri ve kurumları yapılandıran, toplumun ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel tüm kesimlerine nüfuz eden bir dizi merkezi değer ve kavrama atıfta bulunuyoruz.
Eşitsizlik paradigması insanları ve insan ile “doğayı” farklı ve karşıt gruplar halinde kutuplaştıran ve gruplardan birini bir servet ve iktidar hiyerarşisi içinde ötekinin üstüne yerleştiren ilişkilere dayanır (Matthaei, 2018a; Robinson, 2020). Eşitsizlik paradigmasının özellikleri toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve insan-doğa egemenliği/tahakkümü/şiddeti de içeren hiyerarşiyi, egemenlik ve şiddeti; bölücülüğü (onlara karşı biz düşünceleri; kabilecilik, milliyetçilik, rekabet); korkuyu, güvensizlik ve aç gözlülüğü; demokrasi yokluğunu, özgür olmama ve iyi olmama halini; bedenlerimizden, ruhlarımızdan, birbirimizden ve dünyadan yabancılaşmayı içerir.
Eşitsizlik paradigmasını bir hapishane gibi düşünebiliriz. Hepimiz doğuştan itibaren; ebeveynlerimiz, sonra öğretmenlerimiz, patronlarımız, yasalarımız, kültür vs. tarafından, bizleri ayıran ve ayırıp kutuplaştıran, eşitsizliği somutlaştıran ekonomik ve toplumsal süreçlere programlanırız. Julie kendi çalışmasında bu eşitsizlik yaratma sürecini analiz ederek, ırk, toplumsal cinsiyet, sınıf ve insan-doğa gibi farklı eşitsizlik biçimlerinin tamamının aynı on bir eşitsizlik süreciyle ilişkili olduğunu gösterdi. Kategorileştirme kategorileri üretir (kadına karşı erkek, siyaha karşı beyaz vs.). Atıflar her bireyi her bir eşitsizliğin belirli bir kutbuna atar. Atanmış roller her birine, eşitsizliklerin her biri içindeki pozisyonlarına bağlı olarak farklı haklar ve roller (kutuplaştırma) atayarak insanları ve “insan/doğayı” birbirinden farklı ve eşitsiz hale getirir. Bu roller öylesine katmanlaştırılır ki her bir eşitsizliğin belirli bir kutbu ekonomik ve toplumsal hiyerarşiler içinde diğerinin üzerine yerleştirilir ve ayrıcalıklı grup ezilen grup üzerinde tahakküm kurar. Her bir eşitsiz kimlik; diyelim ki beyazlık, özsel hale getirilir, ona sahip olanların tümü için aynı şey olduğu iddia edilerek akılcılaştırılır, yani, doğal farklılıkların veya Tanrının iradesinin sonucu gibi izah edilir. İnsanlar eşitsizlikleri benlik kavramları ve ötekilere ilişkin görüşleri içinde içselleştirirler. Eşitsizlikler kurumsallaştırılır öyle ki toplumsal peyzaj boyunca, hatta dilde bile mevcut hale gelirler. Yoldan sapanlara yöneltilen şiddet ve damgalama, sapkınları şiddetle cezalandırır ve özellikle de ezilen grupların üyelerini hizada tutar (Matthaei, 2018a).
Dayanışma paradigması ise, gezegende tarihsel anlamda ortaya çıktığı haliyle, eşitsizlik paradigmasıyla keskin bir karşıtlık barındırır. İnsanın kendisine ve ötekilere karşı duyduğu sevgi ve şefkatle; hayatın tamamıyla birlik olma duygusu ve buna eşlik eden bir sosyal sorumluluk duygusuyla; barış, elbirliği, coşkunluk ve paylaşımla; farklılığın kutsandığı bir ortamda yaşanan eşitlik ve karşılıklılıkla; ekonomik ve politik demokrasi ve özgürlükle ve zihnin, bedenin, duyguların ve ruhun iç içe olduğunun ve bakıma ihtiyaç duyduğunun kabulüyle karakterize olur.
Geçmişte ve günümüzde var olan hiçbir toplum saf anlamda bunlardan ne biri ne de diğeridir ve günümüz toplumlarının tamamı bunların her birinden öğeler barındırır. Aslında, çeşitli sistemleri eşitsizlikten-dayanışmaya doğru uzanan bir yelpazeye yerleştirmek faydalı olabilir. Patriyarkal köle toplumları kesinlikle yelpazenin eşitsizlik paradigması ucunda yer alırken ütopyacı eko-feminist komünal toplumlar dayanışma paradigması ucunda yer alacaktır.
Irkçı patriyarkal ekoloji-karşıtı kapitalist toplumlar bakımımdan ilginç olansa kesinlikle her iki paradigmanın da çeşitli yönlerini barındırıyor olmalarıdır. Bunlar hibrit toplumlardır. Örneğin, ABD, kuruluşu itibarıyla sınıfsal, ırksal ve toplumsal cinsiyet temelli köklü eşitsizliklere sahiptir ama anayasası eşitlik, demokrasi ve özgürlüğü de olumlamaktadır ki bu, tarihi boyunca, eşitsizlik karşıtı toplumsal hareketleri harekete geçiren bir gerilim olmuştur. Aslında, kapitalizmin kendisini eşitsizlik ve dayanışma paradigmaları arasındaki bir geçiş evresi olarak görebiliriz. Mülkiyet haklarının eşitliği ve kişinin rekabet içindeki performansının sosyo-ekonomik pozisyonları üzerinde bir etkide bulunduğu piyasa temelli bir ekonominin kurulması, eşitsizlik paradigmasının atıfta bulunma süreciyle çelişki içinde olmuş ve eşit fırsatlar talep ederek ırk ve toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığa karşı çıkan hareketlere zemin hazırlamıştır. Ayrıca, serveti ve iktidarı küçük bir azınlığın ellerinde yoğunlaştıran sınıfsal süreç de demokrasi ilkesini ihlal ettiği gibi, ekonominin, esas görevi olan, insanların temel ihtiyaçlarının karşılanması görevinde başarısız olmasına yol açmaktadır. Demokrasi ve tedarik alanlarında yaşanan bu krizler insanları bir araya gelerek ekonomiyi ve toplumu dayanışma paradigması doğrultusuna hareket ettirmeye teşvik etmektedir.
Bu çığır açıcı paradigma kayması ve dayanışma ekonomisi değerleri, pratikleri ve kurumlarının bu kaymaya eşlik eden biçimde büyümesi, günümüz dünyasında, medyanın ve politik kurumların büyük servet sahipleri tarafından ele geçirilmesi sayesinde pekiştirilen statükoyu korumaya dönük yerleşik çıkarlar yüzünden gerçekten görünmez haldedir. Julie’nin mesleği olan iktisat da eşitlikçi bir ekonomiye doğru yaşanabilecek bir paradigma kayması olasılığını “görünmez hale getirmekten” suçludur. Küresel Kuzeyde ve dünyada iktisat mesleğine hâkim olan ana akım iktisatçılar, insan doğasına dair varsayımları yüzünden, doğmakta olan dayanışma ekonomisini kelimenin gerçek anlamıyla görememekte veya bunun mümkün olabileceğine inanmamaktadır.
ABD’nin her yerindeki İktisada Giriş derslerinde öğretilmekte olan “neoklasik” iktisat modeli, “rasyonel” bireylerin, dar anlamda öz-çıkarcı ve maddiyat düşkünü olduklarını var sayar. Rasyonel bireyler, “homo economicus”, kendilerinin ve ailelerinin mal ve hizmet tüketiminden elde ettikleri faydayı maksimize eder ve ötekilerin iyiliğini veya kendi yaptıkları tüketimin ötekiler üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerini umursamazlar. Bu modelde insanların hiçbir katkıda bulunmadıklarında elde edeceklerinden daha fazlasını maddi anlamda kazanacak şekilde ödüllendirilmemeleri halinde, emekleri veya girişimci yetenekleriyle bütüne katkıda bulunmak için çalışmaya motive olmadıkları varsayılır. Neoklasik iktisatçılar, emek piyasaları ve kapitalist firmalar arasındaki rekabetin, en verimli ve etkin olanları ödüllendirerek, insanların içsel dar maddiyatçı öz-çıkara dayalı failliklerini bütünün iyiliğinin hizmetine sunduklarını ileri sürerler. Sonuç olarak, anti-sosyal bireyler ve bencillik ile aç gözlülükle motive olan şirketlerce işgal edilseler de piyasaların, Adam Smith’in ünlü “görünmez elini” kullanarak, bencil insanları ortak iyiliğin hizmetine yönelttiğini iddia ederler.
El birlikçi ve toplumsal bilinçli tüketiciler, işçiler ve girişimciler bu modele kesinlikle uymaz ve görmezden gelinir. Ana akım iktisatçılara göre, insan doğası veri alındığında, krizlerle yüklü kapitalizm karşısında daha üstün alternatifler kesinlikle mevcut değildir. Britanya Başbakanı Margaret Thatcher’ın 1980’lerin başlarındaki ünlü sözleriyle, “Hiçbir Alternatif Mevcut Değildir” (Dayanışma ekonomisi aktivistleri bunu, İngilizce karşılığı olan, “There is No Alternative” cümlesindeki kelimelerin baş harflerinden oluşan “TINA” kısaltmasıyla anıyorlardı). Dayanışma ekonomisi çerçevesinin kilit yönlerinden biri ise kesinlikle kapitalizm karşısındaki ekonomik dayanışma alternatifleri çokluğunun piyasaların içinde ve dışında, kapitalist kurumların yanı sıra ve tarih boyunca mevcut olduğunu teyit etmektir. Veya yerli, el birlikçi örgütlenmelere dayanan Meksikalı Zapatistaların iddia ettiği gibi, “TATA” – There Are Thousands of Alternatives! Binlerce Alternatif Var!
Eşitsizlikten dayanışmaya ve post-kapitalist bir dayanışma ekonomisine doğru yaşanacak bir paradigma kayması, radikal iktisatçılar ve geleneksel sosyalistler bakımından da görünmez olmuştur. Post-kapitalist bir ekonomiye doğru yaşanacak kayma konusundaki bakış açıları sendikalarda örgütlü işçilerin başını çektiği, piyasaların yerine merkezi planlamayı koyan ani, politik yönelimli bir devrime odaklanmaktadır. Tüm dünyada post-kapitalist, dayanışmacı ekonomik değerlere, pratiklere ve kurumlara doğru yaşanmakta olan, tüm eşitsizlik biçimlerine karşı çıkan çok boyutlu toplumsal hareketlerin motive ettiği tedrici devrimci dönüşüm, bu yüzden geleneksel sol açısından da görünmez olmuştur.
Dayanışma ekonomisini görünür kılmak: Dayanışma ekonomisi hareketinin ilk görevi
Dayanışma ekonomisi çerçevesi, giderek daha fazla birey ve kurumdan oluşmakta olan küresel bir dayanışma ekonomisi hareketi tarafından ortaya konulmuş, savunulmuş ve geliştirilmiştir. Post-kapitalist bir sisteme doğru yaşanacak ekonomik dönüşüme bakmanın bu yeni biçimi 1980’ların sonları ve 1990’ların başlarında ortaya çıkmıştır. Kapitalizm ile komünizm arasındaki ideolojik politik çatışmalar, yani yirminci yüzyılın yarısını tanımlayan “Soğuk Savaş”, 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla son buldu. Bu da Frances Fukuyama’nın ünlü kitabında tarihin sonunun geldiğini, yani kapitalizm karşısındaki alternatiflerin ölümünü ilan etmesine yol açtı (Fukuyama, 1992). Dayanışma ekonomisi Fukuyama’nın iddiasının bir reddiyesini temsil etmektedir, çünkü kapitalizm karşısındaki alternatiflerin canlı ve sağlıklı olduğunu iddia eder.
Dayanışma ekonomisi çerçevesi ve bunu savunmakta olan hareket, Latin Amerika ve Avrupa’da eş zamanlı olarak ortaya çıktı ve bu nedenle de başından itibaren küresel bir ufka sahip oldu. Bu süreç Batılı, patriyarkal kapitalist pratikleri sorgulamaya çalışan bir feminist, yerli ve işçi hareketleri karması tarafından yönlendirildi. Şilili bir felsefe profesörü olan Luis Razeto, 1990’ların başlarında çerçeveyi ortaya koydu, la economia solidaria (Razeto, 2019). Bu arada, Fransa’da, Jean-Louis Laville de l’economie solidaire hakkında yazmaya başladı (Laville, 2010). 1990’ların sonlarına gelindiğinde, Intercontinental Movement for the Promotion of the Social Solidarity Economy
(RIPESS- Sosyal Dayanışma Ekonomisinin Desteklenmesi için Kıtalararası Hareket)*** ortaya çıkmıştı. Dayanışma ekonomisi hareketi bölgesel ve küresel Dünya Sosyal Forumu toplantılarının yaygınlaşmasından özel bir destek alarak tüm dünyada gelişmeye başladı. Bu toplantılar dünyanın her yerinden gelen toplumsal hareketleri, bir hareketler hareketi içinde, tüm ezilme biçimlerine karşı ve “Başka bir dünya mümkün” sloganıyla bir araya getirdi (Allard, Davidson ve Matthaei, 2008, Introduction; Fisher ve Ponniah, 2003).
Dayanışma ekonomisi hareketinin ilk görevi kapitalizm karşısındaki alternatifleri birbirimizin ve geniş kamuoyunun gözünde görünür kılmaktır. Ngugi wa Thiong’un da ifade edeceği gibi (Wa Thiong’o, 1992), bu hareket kendimizi ırkçı, patriyarkal, ekoloji-karşıtı kapitalist ideolojiden özgürleştirerek, zihinlerimizi sömürgecilikten arındırmayı amaçlıyor. Birçokları açısından yeni ama ötekiler tarafından tanınabilir olan doğmakta olan bir küresel çerçeve olarak dayanışma ekonomisi, anlamanın, yaşamanın ve dünyada var olmanın alternatif bir yolunu temsil ediyor. Hayal güçlerimizi ırkçı, patriyarkal ekolojik anlamda yıkıcı kapitalizmin hegemonyasından özgürleştirmemize imkân sağlıyor. Bu küresel sistemin düşünme ve hareket etme biçimlerimizi nasıl belirleyip kısıtladığının farkına varıyor ve kendi çevremizde alternatif ve dayanışma merkezli ekonomiler üretme yollarını görmeye başlıyoruz. Dolayısıyla, dayanışma ekonomisini inşa etmenin ilk adımı, bu insan ve gezegen merkezli ekonomik alternatif oluşumunun mevcut ve dünya çapında yaygınlaşmakta olduğu ve aslında çoktan çoğumuzun hayatının bir parçası olduğu bilincini inşa etmek.
Öyle görünüyor ki, dayanışma ekonomisi çerçevesini bir kez benimsediğimizde, kapitalizm öncesi tarih boyunca, dayanışmacı pratiklerin ve kurumların istisna değil norm olduğunu ve kapitalizmin tarihi boyunca da piyasalarda kapitalist pratikler ve kurumların yanı sıra var olduklarını görüyoruz. J.K. Gibson, ekonomide var olan kapitalist olmayan pratikler ve kurumlar çokluğunun kapitalizmin bağımsız, hegemonik bir sistem olarak var olmadığı anlamına geldiğini teyit eden 1996 tarihli, The End of Capitalism (As We Knew It) ((Bildiğimiz Anlamdaki) Kapitalizmin Sonu) isimli çığır açıcı kitabında, bunu kavramsallaştırdı (Gibson-Graham, 1997). Aynı şekilde, kendisinin kurduğu Community Economies Collective****, kapitalizmi hali hazırda mevcut olan ekonomik pratikler ve kurumlar “buzdağının sadece tepesi” olarak temsil eden bir buzdağı diyagramını geliştirdi (Byrne, 2008). Feminist iktisada uzanan köklerinin bir parçası olarak, ekonomide ücretsiz bakım işinin veya yeniden üretimin önemini özellikle vurguladı:
Brezilya’daki Dayanışma Ekonomisi Ulusal Sekreteri Paul Singer’ın 2000’lerin başlarındaki bir söyleşide belirttiği gibi, “Dayanışma ekonomisi, el birlikçi kooperativizm biçimiyle 200 yıldır dünyanın tüm ülkelerinde pratik anlamda mevcuttur” (Gomes, 2005). “Dayanışma ekonomisi” teriminin kullanılmasından çok daha öncesine uzanan, yüzeyin altında gömülü kalmış el birlikçi ekonomik pratikler uzun bir tarihçeye sahip. Afrika kültürlerinde Ubuntu (Bantu dilinde başkalarına karşı insanlık anlamına gelen, bireylerin sosyal ve fiziksel dünyalarıyla karşılıklı bağını vurgulayan felsefi terim; “biz olduğumuz için ben varım”; ç.n) sankofa (Gana, Akan kabilesinin ileriye giderken geçmiş mirastan yararlanmayı vurgulayan felsefi terimi; ç.n.) ve ujima (Swahili kültüründe kolektif çalışma ve sorumluluk, komünalizm anlamına gelen Kwanzaa kültürel bayramının yedi ilkesinden biri ç.n.) gibi terimlerin kullanımı kolektif iyilik söz konusu olduğunda ilişkinin önemini vurgulayan bir yaklaşıma rehberlik eder. Karşılıklı yardım pratikleri ortaya çıkıp aktarılmış ve bunlar Batı Afrika’dan Batı Hint Adalarına köle gemileriyle yapılan deniz yolculuklarında varlıklarını sürdürmüştür. Hossein ve Nembhard bu geleneklerin nasıl kapitalizmin Siyah diasporanın üstüne yıktığı risk ve marjinalleştirmeyle baş etmenin bir aracı olarak evrildiğini belgelemiştir (Hossein, 2017; Nembhard, 2015). Kadelie (2022) ise Kuzey Amerika kıyısı boyunca yerliler ve özgür Siyahlar arasında hayatı sürdürmek amacıyla üretilen samimi doğrudan demokrasileri paylaşır. Güney Amerika’daki quilombo (Brezilya’da 17 ve 18. yüzyıllarda kaçak köleler, Maroonlar tarafından oluşturulan, ormanlık ve dağlık alanlarda yaşantılarını sürdüren ırkçılık, sömürgecilik ve kölecilik karşıtı komünal topluluklar, ç.n), maroonage (Maroonların plantasyonlardan kaçarak bağımsız, kendine yeterli topluluklar kurma eylemi ç.n) ve Sumak Kawsay/buen vivir ( Ekvador ve Bolivya gibi And yerli toplumlarında doğayla uyum, kolektif iyilik, kültürel çeşitlilik ve çoğulluk ve bütünsel gelişim ilkelerine dayanan “iyi yaşama” kavramının Quechua ve İspanyol dillerindeki karşılıkları ç.n) gelenekleri de kültürel geleneklere tutunmak ve eşitsizliğin, neoliberal politikaların ve kalkınmanın sömürgeleştirilmesinin ürettiği esaretin dışında kalan bir geçim biçimini üretmek üzere verilen uzun soluklu mücadelelerdir.
Dayanışma ekonomisi değerleri, pratikleri ve kurumlarına dair kısa bir özet
Buraya kadar, sadece anahtar bir sorunun çevresinde parmak uçlarımızda yürüdük: hangi ekonomik pratikler ve kurumlar dayanışma ekonomisine dahil olarak görülmektedir? Son yirmi yılda, dayanışma ekonomisi dünyanın her yerinde, hareketlerin hareketiyle bağlantılı değerleri ifade eden geniş bir pratikler ve kurumlar çeşitliliğiyle ilişkilendirilmiş durumdadır. Buradaki tartışmamız ABD’deki dayanışma ekonomisini oluşturan ekonomik değerler, pratikler ve kurumlar üzerine odaklanacaktır.
– Dayanışma ekonomisi değerleri: ABD’de, merkezi dayanışma ekonomisi değerleri demokrasi, eşitlik, sürdürülebilirlik, dayanışma ve çoğulculuk olarak tanımlanmaktadır. Bu değerler tek tek ele alındıklarında yaygın biçimde kabul edilen tanımlanabilir pozisyonlardır. Bir araya getirilerek etkinleştirildiklerinde ise, sistemik değişikliği ifade eden kurucu bir platform oluştururlar. Demokrasi ekonomiye doğru uzanır, kapitalist örgütlenmelerin merkezinde yer alan hiyerarşik mantığı alt üst eden gündelik bir yaşanmış deneyime dönüşür. Paylaşımcı liderlik ve karar alma biçimleri normalleşen beklentiler halini alır. Eşitlik geniş anlamda adalet, erişebilirlik ve kapsayıcılıkla ilgilidir ama aynı zamanda marjinalleştirilmiş grupları dayanışma ekonomisi pratiklerinin merkezine koymakla da ilgilidir. Sürdürülebilirlik, doğanın failliğine saygı gösterir ve insanları doğanın yenileyici döngüleri içine yerleştirir. Çoğulculuk tek bir yanıtın mevcut olmadığını kabul eder. Bunun yerine coğrafi ve kültürel anlamda konumlu geleneklerden doğan farklı olasılıkları kutlamaya yönelir. Dayanışma, yukarıda da belirtildiği gibi, iyiliğimiz açısından yaşamsal olan ilişkisel bağlantıları ve birbirimize özen göstermeyi yeniden merkezine koyar.
Son olarak, bu değerlerin önemi yaşandıkça, tecrübe edildikçe, keşfedildikçe, tercüme edildikçe ve çeşitli bağlamlara dahil edildikçe ortaya çıkmaktadır. Dayanışma ekonomisi değerleri ileri kapitalist ekonomiler içinde doğmakta olan yeni bir ekonomik faillik tipinin altını çizmektedir.
– “Homo Solitaritous”: Dayanışma ekonomisi failliği: Dayanışma ekonomisinin merkezinde, kapitalist ekonomilere can veren, yukarıda tartıştığımız “homo economicus” yerine “homo solidartious”, dayanışma ekonomisi failliği yer almaktadır (Kawano, 2010). Dayanışma ekonomisi failliği kişinin davranışının öteki insanlar ve doğa üzerindeki etkilerini önemsemeyi olduğu kadar kişinin kendisine ve ailesine bakmasını da içerir. Kapitalizmin sıfır toplamlı oyunu (Ben kazanırım sen kaybedersin veya tersi) yerine dayanışma ekonomisi el birliğinin sadece mümkün değil aynı zamanda arzu edilir olduğu inancına dayanır. Piyasa ekonomisini ve piyasa dışı pratikler, kurumlar ve mübadeleleri herkesin yararına, “tüm gemileri yüzdürecek” şekilde tahayyül eder. Yani, dayanışma ekonomisi, kişinin kendisine olduğu kadar etkilediği kimselere de yarar sağlama amacını güttüğü, pozitif toplamlı bir karşılıklılık oyunudur.
Bu yeni faillik türünü tarif etmek için geliştirilen kavramlar sosyal sorumluluk sahipleri ve paydaşlardır. Sosyal sorumluluk sahibi tüketim, çalışma, üretim ve yatırımın tamamı öteki insanlar ve gezegen üzerinde pozitif bir etkiye sahip olma isteğini olduğu kadar kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılamasını da içerir. Dayanışma ekonomisi dahilindeki işlerde, bu durum sadece hissedarların veya işlerin sahiplerinin değil, “paydaşların”, ticari faaliyetlerden etkilenen, yani olup bitenden “payını” alan herkesin dikkate alınması anlamına gelir. Tam anlamıyla dayanışmacı işler sahiplerinin, işçilerin, tüketicilerin, topluluğun, tedarikçilerin, “rakiplerin”, komşuların, yerel yönetimin ve kendi eylemlerinden etkilenen öteki herkesin iyiliğine önem verir ve dolayısıyla ne üreteceği ve bunu nasıl üreteceği konusunda karar verirken onlar üzerindeki etkilerini de dikkate alır. Giderek yaygınlaşan sosyal sorumluluk sahibi veya yeşil tüketim, sosyal sorumluluk sahibi yatırım ve sosyal sorumluluk sahibi (3 P maksimizasyonu: people, profit, planet: insanlar, kar ve gezegen) ticaret pratiklerinin tamamı, piyasa ekonomileri içinde, dar anlamda öz çıkara dayalı kapitalist failliğin yanı sıra yayılmakta olan dayanışma ekonomisi faillikleri örnekleridir.
–Dayanışma ekonomisi pratikleri ve kurumları: 2006’da Ethan Miller, küresel dayanışma ekonomisi hareketinde yaygın biçimde paylaşılan bir dayanışma ekonomisi kurumları çarkı üretti. Dayanışma ekonomisi çarkını beş sektöre bölüp– yaratım, üretim, mübadele, tüketim ve artık tahsisi ve sonra her bir sektördeki dayanışma ekonomisi kurumlarını (ve bazı pratikleri) saptamaktadır (Bakınız Şekil 3).
Dayanışma ekonomisinin başlıca sektörlerini sırayla tartışacağız.
-Dayanışma ekonomisi üretimi: Dayanışma ekonomisi yaklaşımının merkezinde işçileri sömüren ve kaynakları emen ticari girişimlerin yerine işçi mülkiyetine dayalı ve işçiler tarafından yürütülen kooperatiflerin konulması bulunur. Bu üretim üzerindeki denetimi, üretimi yapanların ellerine verir. Bu sayede üretimin, hâkim ilke olan kar maksimizasyonu amacı yerine değerlere ve ihtiyaçlara yanıt vermesine imkân sağlar. Tarihsel olarak küçük çiftçiler arasında yaygın olan üretici kooperatifleri, işçi-mülk sahiplerini bir araya getirir. DIY- kendin yap- üretim ve serbest istihdam, işçiyi mülk sahibi olarak merkezine koyar ve üretimi de daha yerelleşmiş ve sorumlu bir ölçekte yeniden konumlandırır. Sosyal girişimler sosyal bir ihtiyaca yanıt veren malzemeler üretmeleri anlamında dayanışmacıdırlar. Birçok ticari girişim en azından, örneğin, geri dönüştürülmüş malzemeleri kullanmak, ücretli ebeveyn izni vermek veya kar paylaşımı yapmak gibi kimi dayanışma ekonomisi değerlerini barındırmaktadır.
– Dayanışma ekonomisinde çalışma: Dayanışma ekonomisinde çalışma (hem üretim hem de yeniden üretim anlamında) kişinin özel yeteneklerini ve vasıflarını, kişinin kendisini ve çalışma arkadaşlarını olumlayan ve güçlendiren biçimlerde ve bir bütün olarak topluma katkıda bulunacak biçimde kullandığı işleri gerçekleştirmeye çalışması anlamına gelir. Ayrıca, geleneksel ekonomik düşüncede tipik olarak görmezden gelinen yeniden üretim ve bakım işlerini de dikkate alır. DE çalışma biçimleri çocukların dayanışma değerleri ve bilinciyle yetiştirilmesi gibi yaşamsal işleri; işçi veya üretici mülkiyetli bir kooperatifin parçası olmayı; sosyal sorumluluk ilkelerini benimseyen bir işte çalışmayı ve işyerinde meydana gelen adaletsiz, yıkıcı ve-veya yasadışı pratikler hakkında ifşada bulunmayı içerir.
– Dayanışma ekonomisinde mübadele ve dağıtım: Dayanışmacı mübadele biçimleri hediye verme ve/veya ücretsiz alma, açık kaynaktan alma, kullanmadığı eşyaları takas etme, hayır işleri, gönüllü ve ücretsiz çalışma ve vasıf paylaşımından freeganizme (atık akışlarından uzak yaşamak) kadar uzanır. Karşılıklı yardım, değiş tokuş ve takas gibi örgütlü gayrı resmi paylaşım biçimleri gelirleri sınırlı olduğunda insanların ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olur ve bunu çevreyi vergilendirmeden yapmalarını sağlar. Adil olmadıklarında özel mülkiyet yasalarına itaat etmemek; yıkımlar esnasında evini terk etmeyi reddetmek, kullanılmayan araziler veya terk edilmiş evleri işgal etmek veya sahipleri bunları kapattığında fabrikalarda çalışmaya devam etmek, bir başka örnektir. Zaman ticareti döngüleri, herkesin tek bir saatinin aynı değere sahip olduğu eşitlikçi, internet temelli bir mübadele topluluğuna katılarak hizmet mübadelesinde bulunmayı kolaylaştırır. Parayı yerel topluluklara hizmet eden uzmanlaşma ve mübadeleye aracılık edecek biçimde kullanmak üzere yerel para birimleri üretilmiştir.
– Dayanışma ekonomisi tüketimi– Sosyal sorumluluk sahibi tüketim; yani satın aldığınız ürünlerin nasıl üretildiğini ve tüketiminizin ötekiler ve çevre üzerindeki etkilerini önemsemek DE tüketimin kilit bir parçasıdır. Bu ise “adil ticaret” ve yeşil ürünler aramakla olduğu kadar, yeniden kullanmak, onarmak, geri dönüştürmek ve başkalarıyla bir şeyler paylaşarak tüketimi azamileştirmek yerine asgari hale getirmeyi içerir. Dayanışma ekonomisinin bir başka önemli parçası olan büyük ölçekli paylaşımlarsa, vergilerle finanse edilen park ve yollar gibi kamusal malların kolektif sunumu ve herkesin sağlık, eğitim, konut ve çalışma hakkının güvence altına alınması ile elde edilir. Satın alma kulüpleri, tüketici kooperatifleri ve konut kooperatifleri/ konut paylaşımları da önemli örnekler arasındadır.
– Dayanışma ekonomisinde tasarruf ve yatırım: Bu sektörde dayanışma paradigmasına katılma ve onu inşa etmenin birçok yolu mevcuttur. Özgün topluluk değerleriyle uyumlu projelere yatırım yapan sosyal sorumluluk sahibi bankalarla çalışmak, kar dürtüsüyle hareket eden, yatırımcılara yarar sağlayan modellerin tanımladığı sınırları aşmak gibi. Kamu bankaları da fonların topluluklar içine ve topluluklar aracılığıyla akmasını destekleyerek bu fonksiyonu yerine getirebilirler. Topluluk projeleri için kullanılacak yerel ve küresel özel sermaye potalarını bir araya getiren topluluk yatırım fonları da mevcuttur. Sosyal sorumluluk sahibi yatırımlar veya emeklilik fonları gibi araçlarla ötekilere ve gezegene destek olan biçimlerde yatırım yapma konusundaki finansal yeteneklerini geliştirir veya yatırımları etkilerler. Kooperatif tasarruflar da– kredi birliği, karşılıklı veya döner kredi birlikleri aracılığıyla- kitle kaynak kullanımı gibi, bir dayanışma ekonomisi biçimidir. Bunların tümü, finansal sektörü tamamen kar maksimizasyonuna odaklanmaktan çıkıp kaliteli çocuk bakımı ve eğitim, işçi kooperatiflerinin geliştirilmesi ve kamusal malları kapsayan bir iyilik haline doğru kaydırmayı amaçlar.
–Dayanışma ekonomisi ve toprak: Toprak ve kaynaklara ortaklaşa sahip olma biçimleri, kapitalizm öncesi toplumlarda mevcuttu; bu biçimler dayanışma ekonomisi hareketi tarafından “müşterekler” olarak canlandırılmakta ve desteklenmektedir. Topluluk arazi birlikleri topluluk mülkiyetini ve arazi yönetimini, arazi üzerine inşa edilen evlerin bireysel mülkiyetiyle birleştiren bir toprak sahipliği biçimidir. Bu biçim arazinin değerini konut değerinden ayrıştırarak, arazinin, sadece kar elde etme amacıyla değerini yükselten ve konutun birçok ABD kentinde ucuz bir mal olmaktan çıkmasına yol açan spekülatif piyasaların dışında durabilmesini sağlamaktadır. Aynı şekilde, Arazi Bankaları mülk toplayarak bunları konut veya gıda üretimi amacıyla topluluk hedeflerinin hizmetinde kullanır.
Dayanışma ekonomisinin çalışma, üretim, tüketim, toprak sahipliği ve mübadele-dağıtım alanlarındaki kurumları kolektif olarak bir dayanışma ekonomisi ekosistemini oluştururlar. Her biri bir diğeriyle derin bağlantılara sahiptir. Gerçek anlamda bir dayanışma ekonomisine doğru adım atabilmek için, bunların tamamını kapsayan eylemler gerçekleştirilmeli ve bu eylemler birbirleriyle bütünleştirilmelidir. Kooperatifler ürünlerini satın alacakları benzer değerlere sahip sağlam kurumları belirler ve girdilerini dayanışma ekonomisi dahilindeki işlerden tedarik ederek, dayanışma ekonomisinin meta zincirlerini oluştururlar. Sosyal sorumluluk sahibi bireyler emekleriyle dayanışma ekonomisi işlerine katkıda bulunur ve elde ettikleri gelirleri diğer işlerden bir şeyler almak için kullanır. Dayanışma ekonomisi katılımcılarını birbirine bağlayan bir başka kilit süreçse aşağıda tartışacağımız dayanışma ekonomisi ağlarıdır.
Şu anda ABD’de burada tartıştığımız dayanışma ekonomisi kurumu örneklerinin çoğu, dayanışma ekonomisi değerlerinin en iyi halde birkaçını barındırmaktadır. Ancak, dayanışma ekonomisi vizyonunu tam anlamıyla gerçekleştirebilmek için tüm dayanışma ekonomisi değerlerini dikkate almaları zorunludur.
* US Solidarity Economy Network: https://ussen.org/
** Cooperation Jackson: https://cooperationjackson.org/
*** Intercontinental Movement for the Promotion of the Social Solidarity Economy https://www.ripess.org/
**** Community Economies Collective https://www.communityeconomies.org/
The Journal of Social Encounters sitesindeki orijinalinden https://digitalcommons.csbsju.edu/social_encounters/vol7/iss2/3/ Fikir Gazetesi için çevrilen bu yazının devamı çevirinin ikinci bölümü olarak yayımlanacaktır.
Türkiye Geçinemiyor, Kriz Derinleşiyor, İktisatçılar Çözüm için Ne Öneriyor?
Bitmeyen Tartışmaya 3 Cevap: Stagflasyon Nedir, Nasıl Önlenir?