1962’den Bugünlere, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü: ‘Çalışan Gazeteciye Cop, Patrona Hep Hazırlop…’

Gazeteciliğin Türkiye örneğinin özel bir dönemden geçtiğini söylersek çok da abartmış sayılmayız. Ancak mesleğin, bariyerlerle çevrili ve kuşatma altında olduğu ne kadar bir gerçekse; bunu ilk defa deneyimlemediği de bir o kadar tarihsel bir bilgi…

Tarihsel süreç boyunca özel dönemler, kırılma, sıkışma ve birikme anları ya da tarihin hızlı aktığı momentler yaşayan gazetecilik mesleği, yine önemli bir “kırılma periyodundan” geçiyor. 

Siyasal baskı ve mobbingin normalleştiği, meslekte proleterleşmenin kanıksandığı, işsizliğin mesleğe yabancılaştırdığı, örgütlülüğün ve ‘emekçilerin sendikası’ fikrinin hasar aldığı ve endüstriyelleşen bir gazetecilik olgusunun daha çok alıcı bulduğu bu dönem; tahribatın da, gazeteciler için gözaltı, hapis ya da ölümlerinin de kol gezdiği bir korku filmi sahnesini andırıyor.

Ancak tüm bu gerçekliğin gerisinde, daha doğrusu geçmişinde bir mücadele dönemi göz kırpmayı sürdürüyor. Her ne kadar şimdilerde yaşananlar, günü çoğu gazeteci için anlamsız kılacak kadar ileri gitse de; 10 Ocak, hâlâ gazeteciliğin mihenk taşlarından biri olmakta ısrar edecek cinsten…

Neler Yaşanmıştı? “Simidimiz ve hürriyetimiz diyenler için…”

Yıllar önce, Türkiye’deki siyasi fotoğraf özetle şöyledir:

27 Mayıs Darbesinden hemen önce iktidarda yer alan Menderes döneminde, Demokrat Parti’nin (DP) baskı ve zapturaptı altında kalan gazeteciler, kovuşturmalara uğramış; 1952’de kurulan İstanbul Gazeteciler Sendikası (İGS), bir protesto bildirisi yayımlamıştı. Bildirinin karşılığı, sendika kapısının “mühürlenmesi” olacaktı. Öte yandan 1958 yılındaki “kağıt zammı”nın ardından 25 kuruş kadar pahalı hale gelen gazeteler, gazete emekçilerinin de durumunu değiştirmemişti. Ancak İGS’nin kararlı tutumu süreci yeniden inşa edecekti. 

Gazete patronları, zam yapmaktan işten çıkarmaya kadar uzanan, farklı tutumlar içerisine girse de, DP hükümeti basın işçileri aleyhine uygulamalar yapmaktan da kâğıt fiyatlarıyla oynamaktan da vazgeçmeyecekti.

Ancak çok geçmeden Türk siyasal hayatındaki DP parantezi kapandı. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi, Menderes ve şürekâsının sonunu getirecek; iktidara Milli Birlik Komitesi (MBK) yerleşecekti.

O dönemi yaşayanlar şöyle yazıyordu: 

“27 Mayıs 1960’da Menderes hükûmetini deviren askeri darbeden kısa süre sonra gazeteciler, özgür ve demokratik bir basın düzeninin kurulması için taleplerini seslendirmeye başladılar. Fikir İşçileri Yasası’nın değiştirilmesi, resmi ilanların keyfi bir şekilde dağıtılmaması, gazetelere kadrolu çalışan sayısında bir alt sınır koyulması ve siyasi iktidarın kâğıt fiyatlarını basına baskı için kullanmasının engellenmesi bu taleplerin başlıcalarıydı”

Sendika, yabancı basın mevzuatını taramış ve hükümette bulunan MBK’ya bir öneri sunmuştu. İçlerinde “Babıali’yi hedef gösteren” üyeler olsa da Milli Birlik Komitesi (MBK), 27 Mayıs 1960’da görev başına geldiğinde dönemin basınındaki sorunları çözmek için çeşitli değişiklikler yaptı ve “basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar” arasındaki ilişkileri düzenleyen ve “Fikir İşçileri Kanunu” olarak bilinen 5953 sayılı kanunu, 212 sayılı kanun ile değiştirerek yeni uygulamaları devreye soktu. 

“Babıali Ağalığı”: MBK’nın Aldığı Kararın Sancıları…

Devam edersek, 212 sayılı kanun ile gazetecilere sağlanan hakların en önemlileri arasında, “Kıdem hakkı ile gazetecinin mesleğe ilk giriş tarihinin kıdem başlangıcı sayılması, ölüm ödeneği, gazetelerin kapanması durumunda gazetecilere ödenek verilmesi, istifa eden gazeteciye kıdem ödeneği verilmesi, aylıkların peşin olarak ödenmesi, gece çalışanlara haftada iki gün izin hakkı tanınması, kâr eden gazetelerin gazetecilerine her yıl bir maaş ikramiye vermesi, ödemelerin gecikmesinde her gün için yüzde 5 faiz yükümlülüğü” gibi kaideler öne çıkmaktaydı.

MBK Genel Kurulu, 2 Ocak 1961’de Basın İlan Kurumu’nu kuran yasayı çıkardı. Ancak gazete sahiplerinin tepkisini asıl çeken düzenleme, bundan iki gün sonra çıkarılan 212 sayılı yasaydı.

Basın iş yasasında önemli değişiklikler yaparak çalışanlara ek haklar tanıyan bu yasaya gazete sahipleri “Bu hükümler sosyalist ve liberal hiçbir hür memleket rejimlerinin yasalarında yoktur” iddiasıyla karşı çıkıyordu.

Öte yandan yine o dönemde, 9 Temmuz 1961 Anayasası’nın da yarattığı yeni iklimde ve kimi kaynaklara göre, 1960’lı yılların ikinci yarısında, ülkedeki günlük toplam gazete satışı 2 milyonu bulmuşken; 1961 yılının sonlarında Tercüman 35 bin, Milliyet, 200 bin, Cumhuriyet ise 160 binlik tiraj ortalamasını görmüştü.

Dokuz Gazete Patronunun Çıkarları mı, Boyun Eğmeyen Gazeteciler mi?

Takvim ilerledi. 

10 Ocak’ı gazete ve basın emekçileri için unutulmaz kılan olay, gazetecilerin bugün neredeyse hatırlayamadığı kazanımları içeren 212 sayılı yasa olacaktı. 

İş sözleşmelerinin “yazılı olarak yapılması”, sözleşmelere “ücret miktarı”, “gazetecinin kıdemi”, öğelerinin mutlaka konulması, “ücretlerin peşin ödenmesi” gibi bazı yükümlülükleri getiren 212 sayılı yasa daha hazırlık aşamasında bile gazete patronları tarafından hedef tahtasına konmuştu.

Ancak patronların, yasanın çıkmaması adına yaptığı görüşme ve hamleler, gazeteciler tarafından boşa düşürüldü. Patronların derdi kârlarıydı, ancak açıklamalarında “basının tehlikeye atıldığı” iddiası işleniyordu. Ardından ve hiç gecikmeden bir bildiri de bu çabaya eşlik ediyordu.

Bildiriden sonraki adım, üç günlük “gazete çıkarmama” boykotu oldu. 11 Ocak 1961, bu boykotun ilk günü oldu ama basın emekçileri buna harikulade bir yanıt üretecekti. Yine 11, 12 ve 13 Ocak’ta gazetecilerin kolektif ürettiği gazete “Basın”, patronların bu hamlesinin de “haybeye kürek çekmek” olduğunu ispat etti.

Gazeteciler direnmeye kararlıydı.

Öte yandan 9 patron tarafından çıkartılmayan gazetelerin sorumlu yazı işleri müdürleri de tepkilerini patronlara yöneltmeyi başarmıştı.

Peki, “boykota” çıkanlar kimlerdi? 10 Ocak 1961 tarihli gazetelerde yayımlanan bildiride patronların değil sadece gazetelerin ismi not edilmişti. Oysa ki isimler ayan beyan ortadaydı:

“Akşam Gazetesi (Malik Yolaç), Cumhuriyet (Nadir Nadi), Dünya (Falih Rıfkı Atay), Hürriyet (Erol Simavi), Milliyet (Ali Naci Karacan), Tercüman (Kemal Ilıcak), Vatan (Ahmet Emin Yalman), Yeni İstanbul (Habip Edip Törehan), Yeni Sabah (Sefa Kılıçlıoğlu)…”

“Menderes’e Boyun Eğenler Hürriyete Başkaldırıyor”

Gazeteciler ise kendi bildirilerini yayımladıktan sonra, İGS sendika binasından sessiz bir yürüyüş gerçekleştirerek, ellerinde dövizler taşıyarak yürüdü. Çok geçmeden “Basın gazetesi”, okurun da desteğini alacak ve 100 bin tirajla adeta rekor kıracaktı. 

Yaşananları Hıfzı Topuz aktarıyordu:

“Bu yürüyüş, 10 Ocak Çarşamba günü yapıldı. Bütün çalışan gazeteciler bu gösteriye katıldı. Gazetecilerin ellerinde şu pankartlar vardı:

“Biz çalışan gazeteciler, gazete patronlarının gazete çıkarmama kararına katılmıyoruz”

“Çalışan gazeteci bugün dek simitle ve ümitle yaşadı”

“Simidimiz ve hürriyetimiz için

“Babıali ağalığına paydos”

“Çalışan gazeteciye cop, patrona hep hazırlop”

“Patronlar paralarını, biz hayatımızı koyduk”

“Biz çalışan gazeteciler, patronlarla değil, Milli Birlik Komitesi’yle beraberiz”

Bu direniş ve mücadele günü, 1961 yılında 212 sayılı Basın İş Kanunu’nun yürürlüğe girmesine ithafen 1962 yılından itibaren kutlanmaya başladı ve 10 Ocak günü, 1971 yılına kadar, ve yine 9 sene kadar “Çalışan Gazeteciler Bayramı” adıyla anılmıştı. Ancak yerinde sayan ve ileriye gidemeyen, gitmeyen her şeyin uğrayacağı muamele ve ritüel aynıydı.

“Hakikat Kılıcı, Kılıçlı Patronların Tepesinde”

1971’den itibaren kanunda yapılan değişiklikler nedeniyle basın emekçilerine sağlanan birçok hak, törpülenmeye başlandı.

Mücadele süreklileşmeliydi ve örgütlü kalmak esastı.  

Bu nedenle, ”bayram” vurgusu yerini, “Çalışan Gazeteciler Günü” ismine terk etti.

Direnen gazetecilerin çıkardığı Basın gazetesinin ilk günündeki başyazı ise tarihe ve hatta bugünlere bir not olarak düşülmüştü:

“Temel hak ve hürriyetlerimizin gerçekten kısıtlandığı, basının, yalnız basının değil, bütün memleketin gerçekten eşi görülmemiş bir tehlikenin içine sokulduğu günlerde bile gazetelerini kapatmayan ve protesto yoluna gitmeyen gazete sahiplerinin, şimdi bir ilan kurumu için yaptıkları bu hareket, basın tarihimizde herhalde şerefli bir yer kaplamayacaktır”

“Gazete çıkarma, çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın bir kamu hizmetidir…”

 

🔗 Bu Haberlere de Göz Atabilirsiniz:

Gazetecilik Mefhumu ve Kolektif Hafızamız: 10 Ocak’tan Hangi Dersler Hatırlanıyor?

Gazetecilik Mefhumu ve Kolektif Hafızamız: 10 Ocak’tan Hangi Dersler Hatırlanıyor?

Çalışan Gazeteciler Günü’nde Medyanın Halet-i Ruhiyesi: ‘Yoksullaşma, İşsizlik, Örgütsüzlük…’

Çalışan Gazeteciler Günü’nde Medyanın Halet-i Ruhiyesi: ‘Yoksullaşma, İşsizlik, Örgütsüzlük…’

Yerel Medyanın ‘Duyulmayan’ Nabzı: “İşsizlikle Sınanıyoruz; Sansür Adımız, Kelepçe Soyadımız…”

Yerel Medyanın ‘Duyulmayan’ Nabzı: “İşsizlikle Sınanıyoruz; Sansür Adımız, Kelepçe Soyadımız…”

Bağışlarla Ayakta Kalan Patronsuz Gazetecilik: Güvencesizliğin Dibi!

Bağışlarla Ayakta Kalan Patronsuz Gazetecilik: Güvencesizliğin Dibi!

“Yoğunlaşmamız Gereken İki Konu Var: Basın Sigortası ve Toplu İş Sözleşmeli Gazetecilik…”

“Yoğunlaşmamız Gereken İki Konu Var: Basın Sigortası ve Toplu İş Sözleşmeli Gazetecilik…”

Bağımsız Gazetecilik, Otosansür ve Göçler

Bağımsız Gazetecilik, Otosansür ve Göçler