₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Yasın politikası, nefretin hukuku: Her gün yeniden başlayan varoluş mücadelesi

Rita Hester’ın öldürülmesinin üzerinden 26 yıl geçti; translar hâlâ hem sokakta hem yasada hedefte. “Aile Yılı” söylemi ve 11. Yargı Paketi gölgesinde 20 Kasım, translar için sadece anma değil, yaşam hakkı ve demokrasi mücadelesinin eşik günü. Trans Pride’tan İris Mozalar, 20 Kasım Derneği’nden Özen Sarıoğlan ve Kaos GL’den Defne Güzel anlatıyor.

Rita Hester’ın 28 Kasım 1998’de Amerika’da evinde bıçaklanarak öldürülmesinin ardından, dönemin basınının transfobik söylemler üretmesi ve polis teşkilatının failleri bulmak için yeterli çaba göstermemesi büyük tepki çekti ve LGBTİ+ topluluğu bu duruma güçlü bir şekilde karşı çıktı. O tarihten bu yana, transların maruz bırakıldığı şiddeti görünür kılmak ve hayatını kaybedenleri anmak amacıyla 20 Kasım, Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü olarak anılıyor.

Rita’yı anmak için yapılan mumlu eylemlerin bir devamı olarak, bu sene Trans Pride; eyleme mumlar, karanfiller ve kaybettiğimiz trans dostlarımızın fotoğrafları ile katılınmasını önemsediğini belirtti. Bu çağrı, kendi yasımızı tutmamız ve Butler’ın söylediği gibi “yasının tutulmasına layık olmayanlar”ın görünmez hale getirildiği bir düzende kayıplarımıza sahip çıkmamız açısından oldukça önemli bir çağrı. Bunun göstergelerinden biri olarak öldürülen transların çoğu, aileleri kabul etmedikleri için ve seçilmiş aileler devlet tarafından tanınmadığı için kimsesizler mezarlığına gömülüyor. Bu noktada yas tutmanın politik anlamının özellikle LGBTİ+ direnişinin önemli bir parçası olduğunu söylemek mümkün.

Hâlihazırda 11. Yargı Paketi üzerine ciddi bir direniş ve örgütlenme harlanmış durumda ve 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü tam da bu zamanlarda kritik bir eşik. Bu günün özellikle Türkiye ve dünyada yaşanan son gelişmelerle ne ifade ettiğini Trans Pride’tan İris Mozalar, 20 Kasım Derneği’nden Özen Sarıoğlan ve Kaos GL’den Defne Güzel ile konuştuk.

Her gün yeniden başlayan varoluş mücadelesi

20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü, özellikle bu dönemde sizin için ne ifade ediyor?

Özen Sarıoğlan:
20 Kasım bizim için çok şey ifade ediyor ama en temel hissi, her gün yeniden icra edilen bir varoluş mücadelesi. Her sabah yeni bir mücadeleye uyanmak gibi… Kimimiz evinden ediliyor, kimimiz doğduğu, büyüdüğü sokaklardan, insanlardan, ailelerinden koparılıyor; kimimiz canından oluyor; kimimiz hayatta bir yer bulmak için her gün yeniden başlıyor.

Bir yıl önce 20 Kasım anmasında basın açıklamasını okuyan bir arkadaşımız, bir sonraki yıl aynı anmada bu kez andığımız isimler arasında olabiliyor. Bunu kelimelere dökmek çok zor: Ne o ailenin acısını anlatabilirim, ne de bizim eksilmemizi. O yüzden 20 Kasım, yaşam hakkını savunmayan ve nefret iklimini her geçen gün büyüten sistemin utancı; bizim ise acıyla harmanlanan öfkemizin simgesi.

Defne Güzel:

Transların hormona erişimine e-reçete zorunluluğu 2024 yılında 20 Kasım tarihinde gerçekleşti. Bu kararın ardından hormona erişime Sağlık Bakanlığı’nın bir genelgesiyle hukuksuz bir biçimde 21 yaş sınırı getirildi. Yani 18 yaşında hayatınıza dair pek çok karar verebiliyorsunuz; örneğin evlenebiliyorsunuz, çocuk yapabiliyorsunuz, milletvekili seçilebiliyorsunuz, ehliyet alabiliyorsunuz; ama kendi bedeniniz üzerinde artık ne yazık ki karar alamıyorsunuz. Bu yasak getirilirken gerekçesi ise “Aile yılı”, “kültür” ve “manevi değerler” idi. Yani bakanlık hukuki bir açıklama yapma gereksinimi bile duymadı. “Öyle istedik, öyle oldu” genelgesiydi bu.

İris Mozalar:
Benim ve İstanbul Trans Onur Haftası Komitesi için 20 Kasım, “anma” kelimesinden çok daha fazlası. Devletin ve patriyarkanın kimlerin yaşayıp kimlerin ölebileceğine karar verdiği bir necropolitikaya karşı direniş günü. Emeğimiz, bedenlerimiz, kimliklerimiz ve sokaktaki varoluşumuz üzerine kurulu bir ölüm rejimini teşhir ettiğimiz; yas ve öfkeyi aynı anda örgütlediğimiz bir gün.

Türkiye’de barınma krizi, yoksulluk, savaş söylemleri, göç rejimi, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı iç içe geçmiş durumda. En kırılgan görülenler—trans kadınlar, seks işçileri, Kürt translar, mülteci/göçmen translar, engelli ve yoksul translar—önce işten, evden, sağlık hakkından dışlanıyor; sonra polis, mafya, mahalle baskısı ve “genel ahlak” ittifakıyla sokaklardan sürülmeye çalışılıyor. 20 Kasım, bu yapısal şiddetin isimlerini, yüzlerini, hikâyelerini elimizden alınmasına izin vermediğimiz gün.

FİKİR Dergisi’ne abone olmak ister misiniz?

O yüzden 20 Kasım, sadece “öldürülen transları anmak” değil; aynı zamanda “Kimleri korumasız bırakan bir ekonomi-politik içinde yaşıyoruz?” sorusunu sorduğumuz gün. Trans düşmanlığı tesadüfen ortaya çıkmıyor: kapitalist patriyarka, aileyi ucuz bakım emeği deposu olarak korumak için norm dışı tüm cinsiyet ve cinsellikleri günah keçisi ilan ediyor. Biz 20 Kasım’da hem kaybettiğimiz arkadaşlarımızı anıyoruz hem de “Yaşayanların hayatı nasıl güvence altına alınır?” sorusunu masanın ortasına koyuyoruz.

Bu yüzden 20 Kasım, sadece mum yakma değil; dayanışma alanları kurma, ittifak ağları örme, hukuki destek mekanizmalarını güçlendirme, sokakta yan yana durma günü. Bizim için bu gün, “Transların hayatı pazarlık konusu olamaz” demenin en kolektif hâli.

11. Yargı Paketi: Nefretin yasalaştırılmak istendiği eşik

11. Yargı Paketi translar açısından hangi etkileri beraberinde getiriyor? Önümüzdeki dönemde transları ne bekliyor?

Özen Sarıoğlan:
11. Yargı Paketi, translar açısından çok karanlık bir dönemin habercisi gibiydi. Evet, tepkiler sonrasında bazı maddeler taslaktan çıkarıldı; ama siyaset eliyle örgütlenen nefret, çok uzun süredir sokaklarda. Üstelik çoğu zaman bizi bile o denkleme dahil etmeden; sokakta hayatta kalmak için çalışan, mendil satan ya da seks işçiliği yapan arkadaşlarımızın yaşamını doğrudan hedef alıyor.

Arz ve talebin olduğu bir düzende, bu çarkın en kırılgan halkası olan translar hem “günahkâr” hem “suçlu” ilan ediliyor. Siyasetin güç gösterisi, transların hayatı üzerinden kuruluyor. 18 yaşında oy kullanmak serbest ama hormon kullanmak 21’e, cinsiyet uyum süreci 25’e çekilmek isteniyor. Bedenleriyle ilgili en temel kararı almaları bile yok sayılan transların hayatları, siyaset masalarında pazarlık konusu haline getiriliyor.

Her ne kadar 11. Yargı Paketi’nden bu maddeler “şimdilik” çıkarılmış olsa da, Aile Yılı adı altında kamufle edilen bu politikalar sadece transları ve LGBTİ+’ları değil, Türkiye’nin demokratik yapısını doğrudan hedef alıyor.

Defne Güzel:

11. Yargı Paketi, trans uyum sürecine ilişkin yaş sınırını 18’den 25’e çıkartmayı hedefliyor. Cinsiyetin hukuken tanınması için “üremeden sürekli olarak yoksunluk şartı” getirmeyi öngörüyor. Uyum sürecinde sağlık kurulu raporlarının yalnızca bakanlık tarafından belirlenen hastanelerde olabileceğini söylüyor ve bu sağlık kurulu raporlarının en az dört defa, üçer aylık periyotlarla yapılan değerlendirmelerle alınabilmesini tasarlıyor. Mahkeme kararı olmadan yapılan işlemler için hem translara hem de sağlık uzmanlarına ceza öngörüyor.

Bu yasa tasarısı, transları istemedikleri bir bedene yıllarca hapsetmek istiyor. 25 yaşında başlanan uyum süreci yıllarca sürebilir. Bugün transların uyum süreçlerini ilerletebilmesi zaten mevcut koşullarda oldukça zor, uzun süreli ve pahalı. Sanki böyle değilmiş gibi, bu süreç daha da zorlaştırılmak isteniyor. Oysa ki uyum süreçlerini erkenden tamamlayabilmek, translar için hayati bir ihtiyaç ve bu zaten şu anda da olması gerektiği gibi uzman kontrolünde ilerliyor. Fakat bu tasarı, transların ufak bir estetik operasyonunun bile cezaya tabi olması anlamına gelebilir. Saç uzatmayı, küpe takmayı, devletin-ailenin-tıbbın atadığı cinsiyete ait olmayan bir kıyafeti giymeyi bile suç unsuru haline getiriyor. Yani LGBTİ+ haklarını savunmayı, kendimizle gurur duymayı kriminalize ediyor. Tüm toplumu, barış ortamını hedef alıyor.

İris Mozalar:
Basına sızan taslak, bir “adalet reformu” değil; transların ve tüm LGBTİ+’ların varoluşunu suç haline getirmeye dönük sistematik bir saldırı. Türk Ceza Kanunu’nun 225. maddesine “doğuştan gelen biyolojik cinsiyete aykırı tutum ve davranış” gibi muğlak bir ifade eklenerek 1 ila 3 yıl hapis cezası öngörülüyor. Bu, devletin cinsiyet normlarının dışındaki tüm kimlikleri fiilen “hayasızlık” sayan, hukukun belirlilik ilkesine aykırı bir düzenleme.

Medeni Kanun’da planlanan değişikliklerle cinsiyet uyum sürecine başlama yaşı 25’e çekiliyor; sağlık kurulu raporu şartları ağırlaştırılıyor; hormona erişim ve hekimlerin uygulamaları ciddi hapis ve para cezaları tehdidiyle karşı karşıya bırakılıyor. Taslakta, LGBTİ+ varoluşunun “özendirilmesi veya teşviki” 1 ila 3 yıl hapisle cezalandırılabilecek; aynı cinsiyetten kişilerin nikâh ve törenleri suç kapsamına alınabilecek düzenlemeler yer alıyor.

Bu, hem sağlık hakkını ihlal ediyor hem de devletin cinsiyet normlarına uymayan her varoluşu, ifade özgürlüğünü ve örgütlenmeyi suç haline getiriyor. Hekimleri cezalandırma tehdidiyle trans sağlığını neredeyse tamamen gayriresmî, güvencesiz kanallara itiyor; bu da doğrudan ölümcül sağlık riskleri demek. Kamusal alanda “biyolojik cinsiyete aykırı” sayılabilecek her davranışı potansiyel suç kılarak transların sokakta yürümesini, çalışmasını, örgütlenmesini sürekli ceza ve tutuklama tehdidi altında bırakıyor.

Kısacası bu paket, nefret suçlarını cezalandırmak yerine nefretin kendisini devlet eliyle yasalaştırmaya çalışıyor. Translar için daha fazla sürgün, daha fazla işsizlik, konutsuzluk, sağlık hizmetine erişememe ve polis şiddetinin meşrulaşması anlamına geliyor. Ama aynı zamanda trans hareketi, feminist hareket ve demokrasi mücadelesi için de yeni bir ortaklaşma zeminine işaret ediyor: Bu artık sadece transların değil, herkesin yaşam hakkı ve özgürlüğü meselesi.

“Hepimiz hedefteyiz”: Ortak direniş ve temkinli umut

Yargı paketine sivil toplum, sendikalar ve siyasi partilerin tepkisi büyük oldu; taslaktan LGBTİ+ ile ilgili bölümlerin çıkarıldığı söylendi. Dernekler olarak bu süreçte nasıl bir örgütlenme yürüttünüz, bundan sonra ne planlıyorsunuz?

Özen Sarıoğlan:
Tepkiler sonucunda 11. Yargı Paketi’nden bazı maddeler çıkarıldı, bu doğru. Çok iyi bir kesişimsel, birleşik mücadele hattı kuruldu. Ama yetmez. Çünkü iktidar, nefret dolu söylemlerini sürdürdükçe kadın cinayetleri artıyor, trans cinayetleri meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Böyle bir ülke, kimse için güvenli olmayacak.

Barışı ve demokrasiyi savunan herkesin bu mücadeleye destek vermek gibi bir sorumluluğu var. Yaşamı, insanca yaşamayı, faili meçhul cinayetlerin son bulmasını isteyen herkes için bu, bir vicdan meselesi. LGBTİ+ olmak bir varoluş suçu sayılamaz, “özendirme” olarak kriminalize edilemez. Toplumsal olarak yanlış bilinen her şeyin karşısına bilgiyle, dayanışmayla çıkmak; siyasal alanda da demokratik hak ve özgürlükleri pazarlık konusu bile etmemek gerekiyor.

Defne Güzel:

LGBTİ+ dernekleri olarak hak örgütlerini, kadın örgütlerini, meslek örgütlerini yani ulaşabildiğimiz herkesi bu durumdan haberdar ettik. Bu tasarıya karşı, LGBTİ+ haklarını hatırlatan açıklamalar ve toplantılar yapmaları için çalıştık. Mecliste milletvekillerinin kapılarını aşındırdık. Sosyal medyada kamuoyunu bilgilendirmek için uğraştık. Bunu sürdürmeye devam edeceğiz. LGBTİ+ karşıtı maddeleri 10. Yargı Paketi’nde de gördük; bu pakette de karşımıza çıktı. Başka bir pakette yine gelebilir; LGBTİ+’lar zaten şu anda Yargı Paketleri olmasa da hedefte. Biz bunun bilincindeyiz ve bu bilinçle, rehavete kapılmıyor, temkinli yaklaşarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

İris Mozalar:
“LGBTİ+ maddeleri taslaktan çıkarıldı” denilerek toplumda bir rahatlama hissi yaratılmak istendi; ama bugün görüyoruz ki bu maddeler ısrarla yeniden dolaşıma sokuluyor. Yani bir oyalama ve şaşırtma siyasetiyle karşı karşıyayız.

LGBTİ+ örgütleri, “Hepimiz Hedefteyiz – 11. Yargı Paketi’ni Geçirmeyeceğiz” kampanyasıyla güçlü bir blok kurdu; ortak açıklamalar, basın toplantıları, forumlar ve sokak eylemleriyle bu paketin sadece LGBTİ+’ları değil, tüm toplumu hedef aldığını anlattı. Türk Tabipleri Birliği, insan hakları örgütleri ve hukukçular, düzenlemelerin hem sağlık hakkını hem temel özgürlükleri ihlal ettiğini açıkça ortaya koydu.

İstanbul Trans Onur Haftası Komitesi ve trans örgütleri olarak biz, artan nefret iklimine rağmen geri çekilmek yerine daha görünür, daha örgütlü ve birbirine daha sıkı kenetlenen bir hat örmeye çalıştık. Bu yıl Trans Farkındalık Haftası’nı tam da bu saldırıların gölgesinde örgütledik; paneller, atölyeler, anma etkinlikleri ve dayanışma buluşmalarıyla hem komünitemizi hem müttefiklerimizi bir araya getirdik. Sokakta, kampüslerde, dijital alanda nefret söylemine karşı bilgi üreten; hukuki ve psikososyal destek kanallarını paylaşan; transların gerçek hayat deneyimlerini görünür kılan bir hat kurduk.

Bir yandan da çok ağırlaşan koşullar altında komünitemizi bir arada tutmaya çalışıyoruz: Kiralar, işsizlik, polis şiddeti, yargı tehdidi, aile içi baskı… Tüm bunların içinde gündelik hayatta birbirimizi bulmaya, yaşatmaya çalışıyoruz. Karanlığa karşı birbirimizi gülüşlerimizden, sesimizden, sokaktaki adımlarımızdan tanıyoruz. Bundan sonra da bu dayanışma ağlarını büyütmeyi ve Aile Yılı ile 11. Yargı Paketi’ne karşı mücadeleyi, transların barınma, sağlık, çalışma ve güvenlik haklarını merkeze alan daha geniş bir toplumsal muhalefetle birlikte sürdürmeyi hedefliyoruz.

Bizim açımızdan Aile Yılı’na ve onun somut nefret ürünü olan 11. Yargı Paketi’ne karşı mücadele, sadece bir yasa kavgası değil; Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında nasıl bir toplumda yaşayacağımızın kavgası.

Küresel anti-gender dalga ve yeni ittifak arayışları

Dünyadaki trans hakları gelişmelerini takip edebiliyor musunuz? Türkiye bağlamında bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özen Sarıoğlan:
Türkiye, maalesef Rusya’dan bile daha ağır yaptırımlara kapı aralamaya çalışan bir çizgide ilerliyor. Trump’ın ve Elon Musk gibi figürlerin desteklediği trans karşıtı politikaların, dünya ölçeğinde nasıl bir nefret rejimi kurmaya çalıştığını görüyoruz. Türkiye’de yargı paketleri gündeme geldiğinde, iktidarın bu küresel otoriter dalgaya ayak uydurmaya çalıştığını açıkça gözlemliyoruz. Ama mücadelemiz meşru ve bu meşruiyeti bize, sonunda mutlaka onun karşısına dikilen bir halk gösterecek.

Defne Güzel:

Dünyada trans karşıtı yasaların hazırlandığını biliyoruz. Siyasetçiler transları hedefe koyuyor ve politikalarını bunun üzerinden sürdürüyor. Fakat Türkiye gibi, dünyada da transların maruz bırakıldığı ihlallere ilişkin algı yüksek. Siyasi figürlerin yarattığı kutuplaşma sebebiyle toplumlar trans haklarını desteklemekte çekince yaşıyor. Oysa ki transların görünürlüğü artıyor. Uluslararası insan hakları hukuku ve BM gibi normatif mekanizmalar transların hakkını/görünürlüğünü tanıyor. Örneğin Küba, ameliyat şartı aramadan cinsiyetin hukuken tanınmasını bu yıl kabul etti. Yani olumlu gelişmeler mevcut olsa da, translara dönük hak ihlallerini izlemek ve raporlamak, transların sağlığa erişiminde koşulların iyileştirilmesi için çalışmaya devam etmek son derece önem taşıyor.

İris Mozalar:
Evet, takip ediyoruz ve maalesef dünyada çok keskin bir kutuplaşma var. Bir yanda trans haklarını ilerleten, transfobik pratikleri sınırlamaya çalışan ülkeler; diğer yanda trans varoluşu sistematik biçimde kriminalize eden, sağlık hakkını gasp eden neo-faşist bir dalga.

Arjantin’de Diana Sacayán–Lohana Berkins Yasası ile kamuda translar için en az %1 istihdam kotası zorunlu; bu, iş güvencesi üzerinden bir onarım politikası. Avrupa’nın bazı ülkelerinde transları açıkça kapsayan ayrımcılık karşıtı yasalar, dönüşüm terapisi yasakları, sağlık ve eşitlik alanında önemli adımlar anlamına geliyor.

Ama aynı zamanda ABD’de pek çok eyalet, genç transların cinsiyet uyum sürecine dair pratikleri yasaklayan veya ağır kısıtlayan yasalar çıkardı; bu, on binlerce trans gencin sağlık hakkını fiilen ortadan kaldırıyor. Birleşik Krallık’ta “kadın” ve “sex” kavramlarını yalnızca biyolojik cinsiyetle sınırlayan yüksek mahkeme kararı, trans kadınların kadınlara ayrılmış alanlara erişimini ciddi biçimde daralttı. Türkiye’de gördüğümüz 11. Yargı Paketi, bu küresel “anti-gender” dalganın yerel bir versiyonu.

Ekolojik Beslenme Ajandası 2026

Devletler, ABD’deki sağlık yasaklarından, Rusya’daki trans karşıtı uygulamalardan, Avrupa’daki gerilemelerden ilham alıyor; ama bunları kendi otoriter, milliyetçi, heteropatriyarkal rejimleriyle harmanlayarak uyguluyorlar. Biz de dünyadaki hareketlerden ilham alıyoruz: Arjantin’deki trans hareketinden, Latin Amerika’daki transfeminist dalgadan, Doğu Avrupa’daki queer dayanışma ağlarından, Filistin özgürlük mücadelesiyle LGBTİ+ hareket arasındaki ilişkilerden…

Türkiye bağlamında bu, trans hakları mücadelesinin yalnızca yasal tanınma değil; barınma, emek, göç, savaş karşıtlığı, polis şiddeti, hapishaneler ve bakım emeği gibi alanlarla birlikte düşünüldüğünde güçlendiği anlamına geliyor. Uluslararası dayanışma kanalları, baskı dönemlerinde yaşamsal hale geliyor. Biz de İstanbul Trans Onur Haftası Komitesi olarak, Türkiye’deki trans hareketini bu küresel bağ içinde konumlandırmaya; “yalnız değiliz ve sadece savunmada değiliz, dünyaya başka bir yaşam fikri öneriyoruz” demeye çalışıyoruz.

Mamdani, “dost söylemi” ve maddi eşitlik talebi

New York Belediye Başkanı Mamdani ve diğer dünya siyasetçilerinin LGBTİ+ dostu söylemleri ve aldığı destek hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce kapsayıcı, eşitlikçi, özgürlükçü bir siyasetin güçlendiği bir dönem mi açılıyor?

Özen Sarıoğlan:
Mamdani süreci, böylesi antidemokratik politikalara mahkûm olmayacağımızı gösteren güçlü bir örnek oldu ve Türkiye’ye de moral verdi. Faşizmin, yoksullukla sınanan ve ölümlerle terbiye edilmeye çalışılan halklara sonsuza kadar hükmedemeyeceğini biliyoruz. Her basınç kendi direncini oluşturur. İnsanlar ellerindeki demokrasiyi bırakmayacak; bir yerde mutlaka “son söz”ü söyleyecek. Irkçı ve nefret dolu politikalar tarih olacak ve biz kazanacağız.

Defne Güzel:

LGBTİ+ konusunun bir yan mesele değil de, siyasetin ana konularından biri haline geldiği aşikâr. Mamdani örneğinde olduğu gibi, iyi örnekler kadar siyasette üretilen LGBTİ+ düşmanı söylemlerle ve politikalarla da karşı karşıyayız. Bence kapsayıcı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyaset ortamının oluşması için, inatla LGBTİ+ görünürlüğünü sağlamak, haklarımıza sahip çıkmak, ihlalleri ortaya çıkarmayı sürdürmek ve dayanışmanın gücünü hatırlatmak kritik önem taşıyor.

İris Mozalar:
New York’ta Zohran Mamdani’nin Afrika doğumlu, Müslüman, demokratik sosyalist bir siyasetçi olarak belediye başkanı seçilmesi, trans hareketi açısından sembolik olarak önemli. Hem güçlü bir LGBTİ+ dostu platformla kampanya yürüttü hem de kampanyasını queer mekânlarda, siyah ve Latin trans toplulukların içinde örgütleyerek sürdürdü.

Programında, cinsiyet uyum süreci dahil trans sağlık hizmetlerine kamusal bütçeden ciddi kaynak ayırmak, New York’u LGBTİ+’lar için bir sığınak şehir ilan etmek, bir LGBTQIA+ İşleri Ofisi kurmak, kiralara tavan sınırı getirmek, ücretsiz otobüs, kamusal marketler gibi emekçi sınıfların hayatını doğrudan iyileştiren düzenlemeler var.

Bizim için önemli olan, bu politikaların yalnızca gökkuşağı bayrağı sallayan bir “kimlik siyaseti”ne indirgenmemesi; sınıf, ırk, göçmenlik ve cinsiyet kimliğini birlikte düşünen bir toplumsal dönüşüm programına yaslanması. Aynı zamanda Mamdani’nin bu politikalar yüzünden ağır ırkçı saldırılara maruz kalması, bize trans ve LGBTİ+ mücadelesinin ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı mücadeleyle ne kadar iç içe olduğunu hatırlatıyor.

Bu, dünyada “otomatik olarak” yeni, kapsayıcı bir dönem açıldığı anlamına gelmiyor. Aynı anda trans karşıtı yasalar, sağlık yasakları, “biyolojik cinsiyet” fetişizmine dayalı kararlar da artıyor. Pek çok ülkede iktidarlar “LGBTİ+ dostu” söylemi vitrine koyarken, polis devletini, sınır rejimlerini, militarizmi ve neoliberal ekonomi politikalarını aynen sürdürüyor.

Bizim açımızdan mesele şu: Kapsayıcı, eşitlikçi, özgürlükçü bir siyaset ancak transların, kadınların, işçilerin, göçmenlerin, siyahların, Kürtlerin, Filistinlilerin, yoksulların ortak örgütlü gücüyle gerçek olabilir. Mamdani gibi figürler, bu olasılığın siyasette görünür olduğu önemli örnekler; ama hiçbir lider tek başına kurtarıcı değil.

O yüzden biz, İstanbul Trans Onur Haftası Komitesi olarak siyasetten “dost söylemi”nin ötesini talep ediyoruz. Bize sadece gökkuşağı bayrağı, güzel cümleler ve dostluk değil; barınma, sağlık, güvenceli iş, trans kadın seks işçilerinin kriminalizasyonunun son bulması, polis şiddetinin durdurulması, savaş ve ırkçılık politikalarının son bulması gerekiyor. Kapsayıcı siyaset, ancak bu maddi dönüşümle gerçek olabilir. Bu irademizi ortaya koymak için de herkesi 20 Kasım günü ellerimizde karanfiller ve mumlarla yapacağımız anmaya çağırıyoruz.

Nefret Suçlarıyla Mücadele Derneği Kuruldu: “Her Gün Ölümle Baş Başa Bırakılıyoruz”

Hayatın Renkleri İzmirlilerle Buluştu: Daha eşit ve renkli bir gelecek için birlikte güçlüyüz!

Hormon İlaçlarına Kısıtlama: “Apaçık Bir İnsan Hakları İhlali”

Judith Butler: “Tuvaletler hakkında sekter kavgalara tutuşma değil, ittifakları genişletme momenti”*

Bedenin siyaseti: Kimin yaşamı korunmaya değer?

Linç Edilen Trans Kadın Anlattı: “İnatla Güçlü Olacağım”

Küresel Dünyada Yükselen Sağ ve Transfobi: Imane Khelif Örneği

Etiketler: 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü, trans hakları, LGBTİ+ hareketi, 11. Yargı Paketi, Aile Yılı ve LGBTİ+, Türkiye’de nefret suçları, trans sağlık hakkı, İstanbul Trans Onur Haftası