Britanya Seçimleri: İşçi Partisi ve Corbyn Nasıl Kazandı?

3 Temmuz günü Britanya’da yapılan genel seçimleri açık bir farkla İşçi Partisi kazanırken 14 yıllık muhafazakar parti iktidarı da son buldu. İşçi Partisi’nin yeni lideri Keir Starmer, ülkenin yeni Başbakanı olurken Angela Rayner Başbakan Yardımcısı olarak görev yapacak

2010’dan bu yana iktidarda olan Muhafazakar Parti için ise seçim sonuçları büyük hayal kırıklığı yarattı. Parti lideri Rishi Sunak, istifa etti. Seçimlerin ardından Başbakanlık Konutu önünde yaptığı açıklamada özür dileyen Sunak, elinden geleni yaptığını belirtti.

Seçimlerde en fazla oy alan partilerin oy oranları şu şekilde:

-İşçi Partisi: %33,7 

-Muhafazakar Parti: %23,7

-Reform UK Partisi: %14,3

-Liberal Demokrat Parti: %12,2

-Yeşil Parti: %6,8

Öte yandan 6 bağımsız aday da seçimi kazandı. Bağımsız adaylar arasında dikkat çeken isim ise Jeremy Corbyn oldu. Londra’da Islington North seçim bölgesinde çalışmalar yürüten ve seçimi kazanan Corbyn Avam Kamarası’na girdi.

Peki, İşçi Partisi seçimi nasıl kazandı ve 14 yıllık Muhafazakar Parti iktidarını devirdi? Süreçte neler yaşandı? Bundan sonra neler olabilir? Bu soruları, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Yurt Dışı Yürütme Kurulu Üyesi Onur Acaroğlu ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Britanya Sorumlusu Can Koçak ile konuştuk.

“ZANNEDİLDİĞİ KADAR NET BİR İŞÇİ PARTİSİ ZAFERİ DEĞİL”

Onur Acaroğlu’nun aktarımları şu şekilde:

“Britanya’nın son zamanların en tuhaf seçim süreçlerinden birini yaşadığı söylenebilir. İşçi Partisi’nin ezici galibiyeti neredeyse iki sene öncesinden bekleniyor, anketler düzenli ve tutarlı olarak bu sonucu öngörüyor, büyük bir sürpriz olmadıkça Muhafazakar Parti’nin vasatın çok altında bir performans sergileyeceği neredeyse ‘biliniyordu’. Buna karşın beklenen sonucun toplum içinde 14 yıldır iktidarda olan bu partinin defedilmesinin yaratacağı sevinç ve canlanmayı oluşturduğunu söylemek zor. Aksine, özellikle toplumsal muhalefet özneleri arasında yeniden çizilmekte olan mücadele hatlarını belirleme ihtiyacından ileri gelen temkinli bir tutum hakim. Bunun nedenlerini ararken seçim sonuçlarına daha yakından bakarak önceki sonuçlarla kıyas yapmak gerekiyor. 

Filmi biraz geri sardığımızda, İşçi Partisi’nin Jeremy Corbyn önderliğinde katıldığı 2017 erken genel seçimlerinde beklenenden daha iyi bir grafik çizerek oyların yüzde 40’ını aldığını görüyoruz. Ancak yalnızca iki yıl sonra yine Corbyn liderliğinde seçime katılan Parti, toplam 59 koltuk kaybederek yüzde 32 bandında kalmıştı. İki seçim arasında Parti’nin programında yapılan tek değişiklik, “Brexit” olarak da bilinen 2016 yılında Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik referandumuna ilişkindi. Parti, 2017 seçiminde referandumdan çıkan ayrılma kararına saygı duyacağını duyurmuşken, 2019’da AB ile yeniden pazarlığa oturarak bir referandum daha yapacağını ilan etti ve bu genel bir rahatsızlığa neden olarak tepki oylarının o dönem Boris Johnson yönetiminde olan Muhafazakarlara akmasına neden oldu. Fakat seçimdeki başarısızlık, parti içinde Corbyn’in kararlı sosyal demokrat ve anti-emperyalist duruşundan dolayı kendisine hâlihazırda diş bileyen sağ kanadın kılıçları açıktan çekmesine yol açtı ve başkanlık koltuğuna Keir Starmer getirildi. Starmer’ın temsil ettiği tutum, faturayı sola kesiyor ve Corbyn’i ‘seçilemez’ olmakla suçluyordu. Starmer, en başta Parti’nin solu ile çalışacağı sözünü verdiği hâlde hızla onu tasfiye etmeye koyuldu ve Tony Blair’ın bile cüret etmediği bir hamle yaparak Corbyn’i görevden uzaklaştırdı. Bunun üzerine İşçi Partisi’ne büyük umutlarla katılan, ekseriyetle genç, göçmen ve sol görüşlü kitleler partiden akın akın ayrılmaya başladı.

Son seçime dönersek, hükümetteki Muhafazakar Parti bu yıla baş edemediği geçim sıkıntısı ve enflasyon gibi sorunlar, her biri bir diğerinden şoke edici skandallar ve parti içinde cereyan eden çetin çatışmalar ile birçok yara alarak girdi. Öte yandan İşçi Partisi’nin yeni lideri Keir Starmer, iç ve dış politikada Corbyn döneminde bulunulan vaatlerin üzerini teker teker karalayarak yerli ve yabancı sermayeye kendini ispatlamak için üstün çabalar sarf etti, Amerikan emperyalizmin sadık bir yancısı olacağının sinyallerini verdi. Böylelikle yeniden şekillenmiş bir İşçi Partisi, Muhafazakar Parti’nin genel yetersizliğine karşı programında onunla çokça ters düşmeyen, hatta onun gündemini daha iyi sahiplenen ‘daha güvenilir’ bir imaj oluşturdu.

Tam da bu seçimsizlik nedeniyle seçimin bir ‘kazananı’ sandığa gitmeme tutumu olurken, sonucun İşçi Partisi’nin başarısından çok Muhafazakarların başarısızlığına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, katılım oranı yaklaşık yüzde altmış ile son yirmi yılın en düşük seviyesinde kaldı. Toplam oy sayısına baktığımızda Starmer’ın Corbyn’in kötü 2019 seviyesinden bile düşük bir oya ulaştığı gibi sonucu değiştirmeyen ama önümüzdeki gelişmelerde önemli rol oynayacak bir olguyla karşılaşıyoruz. Düşük katılım, merkez partilerle hoşnutsuzluğu ve Britanya’da uygulanan, iki partili sistem üreten seçim sisteminin değişmesi için oluşan bir irade olduğunu gösteriyor. Düşük katılımla birlikte seçimin göz ardı edilmemesi gereken bir sonucu hem sağ hem solda alternatif arayışının baş göstermesiydi. Sağ tarafta katı göçmen karşıtlığıyla bilinen, Brexit’in ‘başkahramanı’ Nigel Farage’ın partisi Reform UK, ciddi bir sıçrama yaparak yüzde on dörde ulaştı. Sol tarafta da birçok noktada İşçi Partisi’nin solunda duran Yeşiller yüzde yedi oy alarak tarihindeki en yüksek koltuk sayısını elde etti. Bu durum, yavaş da olsa Britanya’daki siyasi dengelerin çözülmeye başladığını ve en önemlisi bir süredir fısıltılarla ifade edilen yeni sol parti ihtiyacının artık daha gür bir sesle ifade edildiğini gösteriyor. 

Genel tablodan hareketle merkez partilerin bir sonraki seçimde iki taraftan sıkışmaya maruz kalacağı söylenebilir. Buna nasıl adapte olacaklarını zaman gösterecek. İşçi Partisi’nde politik ve demografik olarak bir daralma yaşandığını ve Starmer’ın tarihsel zaferin önderi olarak görüldüğünü düşünürsek, bu partinin gayet olası bir aşırı sağ dalga karşısında çaresiz kalması ihtimaller dahilinde. Aynı zamanda bu partinin soldan gitgide uzaklaşmasını bir “lütuf” olarak görerek, bunun tetiklediği yeni arayışların bu yükten kurtularak yollarını daha sağlıklı bir şekilde çizebileceklerini de söyleyebiliriz. 

Solda süregelen bu tür muhasebelerde bir başka önemli etken İsrail-Filistin gündemi. Britanya’da 2001 yılındaki Irak işgaline karşı düzenlenen mitinglerden bu yana gerçekleşen en büyük gösterilerde Filistin halkına desteğe koşan yüzbinler bir araya geldi. Bu destek Britanya’nın soykırım suçlusu İsrail devleti ile utanç verici iş birliğini ulusal gündeme taşıdığı gibi, oy verme tercihlerinde de hatırı sayılır bir rol oynadı: Bizzat Keir Starmer, seçim bölgesi olan Holborn ve St. Pancras’ta 2019’da çok rahat bir farkla parlamentoya giderken, bu sefer neredeyse yarılanmış bir farkla kazandı. Starmer’ın karşısındaki bağımsız aday Andrew Feinstein, Nazi soykırımından sağ kalan bir ailenin ferdi olarak Filistin halkıyla kararlı dayanışması sayesinde müstakbel başbakana panik yaşattı. 

Tüm bu sonuçları göz önünde bulundurursak, seçimin ilk bakışta zannedileceği kadar net bir İşçi Partisi zaferi olmadığını, yeni hükümetin çok ciddi ekonomik ve jeo-politik sorunlarla baş başa olduğunu ve Britanya’da henüz tam olarak patlak vermeyen, farklı yönlerde gelişebilecek bir temsiliyet sorununun yaşandığını söyleyebiliriz.”

Corbyn’in seçim kampanyasına katılan Can Koçak’ın aktarımları ise şu şekilde:

“Seçimin en güzel hikâyelerinden birini, 41 yıldır parlamentoda temsil ettiği Londra’nın Islington North bölgesinden bir kez daha milletvekili seçilen Jeremy Corbyn yazdı. Türkiye İşçi Partisi’nin Britanya örgütü olarak Corbyn’in seçim çalışmalarına bizzat katıldık. Bu yüzden Islington North sokaklarında gözlemlenebilen hem yerel bağlama oturan hem de sosyalist siyasetin alet çantasına eklemeye değer bazı noktaları paylaşmak isterim. İşçi Partisi’nin mevcut yönetiminin solcuları partiden uzaklaştırmaya çalıştığı uzun süredir görülüyor. Partisi tarafından aday gösterilmeyen Corbyn bunun ilk ve tek örneği değil, ancak bu eğilim, onun Birleşik Krallık’ta gerçekleşen bir seçime ilk kez bağımsız aday olarak girmesine neden oldu. Belki de ‘girmesini sağladı’ demek lazım, çünkü seçim çalışmalarını İşçi Partisi’nden bağımsız yürütmesi, bize Corbyn’in esas gücünün nerelerde saklı olduğuna dair önemli ipuçları da verdi.

Jeremy Corbyn’e seçimi kazandıran en önemli unsurlardan biri, gücünü ana akım partilerin kaynaklarından değil insanlardan, halkın ta kendisinden alan taban örgütüydü. Onlar seçim gününe dek bölgedeki 40.000 haneyi gezip kapı kapı insanlardan oy isterken Londra’daki Türk ve Kürt örgütler de yanlarında yer aldı, mahalle çalışmalarına katıldı. Böylelikle Corbyn’in temsil ettiği değerler etrafında, kamuculuk ve Filistin halkına destek eksenlerinde birleşen bir komünite oluştu. Bu komünite seçim gününe dek öyle güçlendi ki İşçi Partisi’nin Islington North örgütünden yetmişin üzerinde üye istifa ederek Corbyn’in kampanyasına katıldı. Neticede seçim gecesinin en nesnel, somut zemine oturan zaferlerinden biri elde edildi.

Seçime yaklaşan süreçte Islington North mahallelerinde gezerken, bariz bir sınıfsal ayrım göze çarpıyordu. Orta-üst sınıfın yaşadığı mahallelerin nezih, teraslı evlerinde İşçi Partisi, toplu konutların bulunduğu bölgelerde bağımsız aday Corbyn posterleri asılıydı. İşçi Partisi’nin adının imlediği temsil alanından iyice uzaklaştığına dair en net göstergelerden biriydi bu. İşçiler, göçmenler, etnik ve dinsel azınlıklar, hepsi Corbyn’e koşulsuz destek veriyordu.

Seçmenlerdeki yaygın bir eğilim, Corbyn’in bağımsız aday olduğunun bilinmemesi, geçmişteki tüm seçimlerde olduğu gibi yine İşçi Partisi’nden aday olduğunun varsayılmasıydı. Corbyn bölge oylarının yüzde 49’unu aldı almasına, ancak Corbyn’i desteklediğini zannederek İşçi Partisi’ne oy verenlerin sayısı da az değildi. İnsanların bir kısmı bu ayrımı fark etmemişti, bunu da iki burjuva partinin iktidarı birbirine devredip durmasından ibaret görülen seçimlere karşı duyulan genel ilgisizlikle açıklayabilirdik. Nitekim özellikle Türkiye’yle kıyaslarsak, katılım oranları oldukça düşüktü.

Buna rağmen Corbyn’e ve onun temsil ettiği değerlere ilgi gösterilmediğini iddia etmek mümkün değildi. Islington North’un neredeyse her mahallesinde çalışma yaptık, kapısını çaldığımız her insana Corbyn’in bir şekilde temas ettiğini gördük. ‘Bana filanca konuda yardımcı olmuştu’, ‘Seçimden sonra bana çaya gelecek’ gibi sıklıkla duyduğumuz bireysel hikâyeler, yerelden inşa edilecek bir siyasetin sol için ne denli hayati olduğunu gösteriyordu.

Corbyn’in geçtiğimiz gün, seçilen vekiller kraliyete bağlılık yemini etmek için sıra beklerken sarf ettiği bir ifade sosyal medyada paylaşıldı durdu: ‘Ne büyük saçmalık, değil mi?’ Yüzyıllar önceden kalma birtakım âdetler kastedilerek kullanılan bu ifadeyi, Corbyn’in tavizsiz duruşunu bundan sonra daha da net sergileyeceğine dair ufak bir ipucu olarak yorumlayanlar oldu. Bu tür tekil anların cazibesi bir yana, parlamentoda İşçi Partisi’nin dizginlerinden kurtulmuş bir Corbyn’i izlemek heyecan verici olacak.”

Onur Acaroğlu

İngiltere Northampton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Onur Acaroğlu, doktora derecesini Birmingham Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Çalışmalar bölümünde tamamlamıştır. Tarihsel maddeciliğin toplumsal “geçiş” anlayışını incelediği doktora çalışması, Brill tarafından “Rethinking Marxist Approaches to Transition: A Theory of Temporal Dislocation” (2020) başlığıyla kitaplaştırılmıştır. “Thinking Beyond Neoliberalism: Theorising the Future in the Present” (2021) kitabının editörlerindendir. “Karmaşık Zamanlar Girdabında Cumhuriyet: Kemalist Devrim ve Zamansal Çelişki” adlı makalesi, Yordam Kitap’ın “100 Yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti” derlemesinde çıkmıştır. Çalışma alanları sosyal teori, Batı Marksizmi ve toplumsal hareketleri içermektedir.

Can Koçak

İngiltere Sussex Üniversitesi’nin Medya ve Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde öğretim üyesi olan Can Koçak, doktora derecesini Nuri Bilge Ceylan filmlerinde aydın temsillerini araştırdığı teziyle İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Bilimleri Programı’ndan aldı. Türkiye’deki yüksek lisans ve doktora çalışmalarını sürdürürken dijital ajanslarda metin yazarlığı, serbest çevirmenlik ve editörlük yaptı. Nitelikli bir kültür-sanat gündeminin peşinden koşan internet yayını vesaire.org’un kurucularından. Yazıları hâlâ vesaire.org ve diğer mecralarda yayımlanıyor.

Fransa’yı Kim Yönetecek: Seçim Sonrasını Anlamak için Dört Soru

Fransa’da Aşırı Sağa Karşı Yeni Halk Cephesi Formülü

 Luigi Scazzieri: “Avrupa Sağa Kayıyor, Aşırı Sağa Değil”