Kentleri kimin ve nasıl yöneteceğinin tartışılması beklenen yerel seçim sürecinin sonunda, İstanbul’un “politik agorası” olarak tanımlanan Kadıköy’ü kendisi gibi genç arkadaşları ile yönetmeye talip olan ve sonrasında belediye meclis üyesi adayı gösterilen Barış Antik ile seçim yarışını, seçim sonrası kentleri bekleyen gündemleri ve yurttaşlara sunduğu kent yönetimi yaklaşımını konuştuk.
Barış Antik, kentleri kimlerin nasıl yöneteceğine karar verilecek yerel seçime birkaç gün kala Türkiye genelinde manzarayı nasıl görüyor?
Türkiye genelinde manzaranın biraz daha genel siyaset üzerinden ilerlediğini düşünüyorum. Sonuçta bu yerel seçimler -çok klasik bir laf olacak ama- sadece bir yerel seçim değil. Mevcut AK Parti iktidarının yönetimindeki Türkiye’de manzara şöyle; belki hemen seçimden sonra başlayacak olan, hatta şu anda etkilerini hissettiğimiz ekonomik krizin derinleşmesi, anayasa krizi, halihazırda Can Atalay hala hapiste ve vekiliği düşürülmüş durumda, Anayasa Mahkemesi Başkanı değiştirildi….
O yüzden aslında bu yerel seçimi önümüzdeki yani 2028’e doğru giden süreçte yeni bir politik aks nasıl kurulabilir ve bu politik aks nerelere dokunabilir onun üzerinden okumak gerektiğini düşünüyorum. Kendi aday adaylığı kampanyamızda şu anda devam eden Kadıköy’deki Cumhuriyet Halk Partisi kampanyasındaki konumumuz da aslında bu söylem üzerinden gelişiyor. Daha toplumcu saiklerle belediyeler yönetilebilir mi? Ki yönetilebilir. Daha katılımcı süreçler yaratılabilir mi?
Çünkü aslında bizim aday adaylığı kampanyamızdaki “müşteri değil, kentli; seçmen değil, yurttaş” söylemimizin temelleri hem kent yaşamına dokunan, kent mekanındaki kullanıcının en doğru şekilde bu alanlardan faydalanmasını sağlayan, kent mirasını bir şekilde koruyan ve geliştiren bir yaklaşım. Kent mirasını süreç içerisinde koruyan ve geliştiren. Ama belediyenin ve yerel yönetimlerin asla yurttaşını müşteri gibi görmediği, yani kentliyi kentli olarak doğru bir şekilde sınıflandırabildiği bir alan yaratmaya çalıştık. Ama mevcut tartışmalar zaten bu süreci bizim o söylemlerimizin dışına itiyor.
Örneğin şu anda İstanbul seçimlerini ele almak gerekirse en ciddi mesele deprem meselesi. Artık çünkü miadını doldurmuş, bilimsel olarak da her an olması beklenen büyük İstanbul depremi gerçekliği var. Bu gerçeklikle beraber de yerel yönetimlerin çok net yapabileceği şeyler var. Aslında bu süreçte de yerel yönetimlerle bakanlıklar ve merkezi hükümetle daha doğrusu merkezi iktidar ile -hükümet de değil artık adı galiba- ortak çalışma alanları yaratması gerekiyor. Ama ondan ziyade baktığımda ne projelerde çok net ayrışmalar görülüyor ne de genel o siyasi söylemde yani artık o gettolaşmanın getirdiği bir oy tercihleri üzerinden ilerliyor. Böylece aslında bizim sloganda söylediğimiz seçmen değil yurttaş ister istemez seçmen tarafına doğru ilerlemeye başlıyor.
Her şey rakamlar üzerinden dönüyor. Bunu bir şekilde kırmak gerektiğini düşünüyoruz. İstanbul seçimlerinin de bu anlamda bir çıkış olarak görüyoruz. Son çıkış değil elbette ama bir çıkış. Biz Kadıköy’de bu süreci örerken şu anki mevcut belediye başkan adayımız da bu şekilde düşünüyor. Mesela bu konuda aynı düşünüyoruz. İstanbul’da şu anda Kadıköy’den daha derin bir politik agora yok. iklim meselesi de, çevre meselesi de, kent hakları meselesi de, kent suçları meselesi de, Kürt hareketi de, en çok Kadıköy’den sesini çıkartabiliyor. Kadın hareketi keza öyle. Hatta neredeyse İstanbul’da bir tek Kadıköy’den ses çıkarılabiliyor. Bugün baktığımızda 30 yıldır devam eden Cumartesi Anneleri bile 10 metre yürüyemiyor artık. Kadıköy bu anlamda bir politik agora haline geldi.
Peki bu politik agora tabirini biraz daha ayrıntılandırır mısın? Kadıköy’e bir politik ifade mekanı anlamında sanırım politik agora diyorsun. Peki bu politik agorayı yönetmeye talip olduğunuzda kent yönetimine yaklaşımınız nasıldı?
Biz şöyle ele aldık süreci, sonuçta yerel yönetimi yöneten iki temel aks var. Bir tanesi bürokrasi, bürokratlar ve işte belediyemizde de çalışan emekçi arkadaşlarımız. Diğer taraftan da siyasetçiler var. Siyasetçi dediğimiz kişi belediye başkanından belediye meclis üyesi kadar halktan oyunu alan, ve bir şekilde belediye yapısı içerisindeki halk temsiliyetini sağlayan taraf oluyor. Biz bu tarafa da eğilmiş olduk bu süreçte.
Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde yaklaşık 18-19 yıldır mücadele eden insanlarız. O fikirleri ön plana çıkarttık ve dedik ki aslında siz Kadıköylüler olarak buradaki belediye başkanı aday belirleme süreçlerinde de etkili olun. Yurttaş katılımıyla, siyaset alanını genişletelim ve geliştirelim. Çünkü İstanbul’un genelindeki siyasi alan iyice daraltıldı. Daha fazla çeşitli pencerelerden insanlar Kadıköy’de o politik hayatının içinde yer almaya başladı. Ama diğer taraftan da baktığımızda mevcut siyaset kurumu yanıt veremiyor. Yani sadece aday belirleme süreçlerinde değil bu arada bu. Sonuçta siyaset sadece seçimlerde sandığa gidip oy kullanmakla yapılan bir şey değil.
Sizin buradaki önleriniz neydi?
Biz burada kent hakları düzleminde örgütlenmeyi öne çıkarttık. Çünkü neticede yerel yöneticilik bir belediye yönetme meselesi olduğunda bir kent rantı var ve bu kent rantının nasıl dağıtılacağı en temel sorun. Ahmet İsvan da bunu böyle açıklıyor. Yani onu dağıtma biçimimiz bizim ideolojik tutumumuzu verebiliyor.
Biz kamucu, toplumcu bir yönetim anlayışıyla, o bütçeyi ya da kent rantını ne kadar doğrudan topluma aktarabilecek şekilde politikaları üretirsek kentin sorunlarını o kadar çözebiliriz… Konut meselesi çözümünde de buna benzer çıktılar var, kreş meselesinde de aynı şekilde.
Bugün şöyle bir gerçekle karşı karşıya değil miyiz? Yani baktığımda bundan 5 sene öncesine kadar devlet çocuklarımızı özel okula gönderelim diye para veriyordu yani. Diyordu ki 100 bin lira okulsa ben 50’sini vereyim sana ama sen özel okula gönder diyordu. Ya da bugün benim kızım var işte 6 yaşında. Ben inanmıyorum ki suyu musluktan içmek gibi bir gerçeklikle karşı karşıya olsun. Eylem için, kızım için su pet şişeden içilen bir şey yani. Halbuki vergi veriyoruz değil mi? Hani o vergiler bize yol, su ve elektrik olarak geri dönecekti…
Kadıköy’ün neredeyse 7500 yıla dayanan bir tarihi var.. Bu tarihi kent yaşamına ve kamuya nasıl mal edebiliriz gibi bir yerden ilerlettik sürecimizi. Onun dışında da tabii ki gittiğimiz her yerde insanların sorunlarını dinledik ve onlara özgün projeler yaratmaya gayret ettik. Yani doğrudan yurttaşa dokunan ne olabilir? İşte bir mahalleye gidiyorsun, her mahallenin ayrı ayrı beklentileri ve talepleri var.
Kentteki yurttaşların ve bütün varlıkların kent hakkından doğan haklarının ve ihtiyaçlarının giderilmesi açısından bunları nasıl giderileceğine dair pratik çözümlerle bir hafta sonrasında gittik. Ve örgütlenmeden kastımız budur. Yani kentteki toplumsal ihtiyaçların karşılanabileceği bir toplumsal örgütlenme anlamında bir kentsel-mekansal örgütlenme.
Buradan baktığımızda da önümüzdeki 10 veya 20 yılda demokratik sürecin önün açılabilmesi için yerel yönetimlerin özgün, özgür ve güçlü olması gerekiyor. Başka bir çare yok.
Yerel yönetimin güçlendirilmesi, mahallenin güçlendirilmesiyle olabilen bir şey. Şu anda Kadıköy’ün bir mahallesiniz, Koşuyolu Mahallesi. Burası en küçük mahallesi Kadıköy’ün. Benim mahallem, benim siyaset yaptığım, yaşadığım, işimi yürüttüğüm mahalle, doğduğum yer. Az önce bahsettik, tüm mahallelerimizin en büyük sorunu deprem riski. Onun da karşılığındaki cevap yine örgütlenme. Onun da çözümü yine örgütlenme. Bunları, her şeyin siyasi olduğunu,, hayattaki her türlü soruna siyasetin cevap verebileceğini ortaya koyan bir süreç yürüttük.
Peki, bu sunduğun kentteki ihtiyaçların toplumcu bir örgütlenme ve bir siyasetle, katılımcı bir siyasetle gerçekleştirebileceğini söylüyorsun ya. Buna dair Türkiye’de gördüğün özgün örnekler var mı? Yani sence bu Türkiye’de nerede şimdiye kadar hayat buldu son 5 yılda?
Örgütlenme modelleri olarak ele alabiliriz. Ama projeler olarak da ele alabiliriz, evet. Ben geldiğimiz yerde en toplumcu önermeleri şu anda aslında İstanbul Büyükşehir Belediyesi kampanyasında yürütüldüğünü düşünüyorum. Ve bunun gerçekten toplumda karşılık bulunduğunu düşünüyorum. Yani iktidarın şu anda içinde bulunduğu o çıkmaz sokak aslında, yani kent lokantaları üzerinden de örneklendirelim mesela. Mesela kent lokantasını hakir gören bir yaklaşım var.
Peki seçimin hemen ardından Türkiye’nin kentlerinin nasıl bir durumla karşılaşacağını düşünüyorsun?
Önümüzde dönemde çok net ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacağız. Bu noktada da bunların çözümünde de yerel yönetimler aslında en net çözümü üretebilecek olan yapılar. Çünkü baktığımızda bu ekonomik darboğazdan da çıkışın yolu olarak yerel yönetimleri, doğrudan yurttaşa dokunan bir süreçte örgütleyebilirsek yurttaşlarımızla dayanışmayı güçlendirebiliriz. Türkiye genelini kapsayan bir şekilde asgari geçim endeksinin bu kadar yüksek olduğu bir yerde bir de üstüne barınma ve diğer insani maliyetleri de koyduğumuzda yerel yönetimlerin çok daha toplumcu, çok daha doğrudan temel ihtiyaçlara dokunan projeler üretmesi gerekecek.
Kadıköy halkına sunduğunuz fikirlerin bir karşılığı olarak mecliste, Büyükşehir Meclisi’nde var olacaksın. Orada nasıl davranacaksın, nasıl bir yol izleyeceksin?
2028 sürecine giderken, az önce bahsettiğimiz gibi toplumcu fikirlerin daha fazla kürsü bulması için, bu kent suçlarına doğrudan müdahale edilmesini sağlayarak, ekonomik anlamdaki yurttaşın talepleri olan meselelerin en doğru şekilde oraya aksettirildiği ve bir meclis üyesinin topluma karşı sorumluluğunun yerine getirilerek örnek yaratmaya çalıştığımız bir süreç işleteceğiz.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesi noktasında yeni bir alan açılacağını düşünüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerçek değişimini sağlayabilmesi için önünde bir zaman olacağını düşünüyorum ki bu çok kritik.
Benim açımdan ise önümüzdeki süreci şöyle tarifleyebiliriz; ekip arkadaşlarımla, partimle, kentteki bütün yurttaşlarla, bütün örgütlemeyle birlikte önce Kadıköy ve İstanbul’u savunacağız. Sonra da kentteki yurttaşların ve kentte hakkı bulunan bütün herkesin sorunlarını, ihtiyaçlarını çözecek, sahada çözecek bir yaklaşım sergileyeceğiz.
Ben hep şunu söyledim. Vedat Dolakay, Ali Dinçer ya da Ahmet İsvan gibi 80 öncesinde böyle toplumcu, halkçı belediyecilik örnekleri göstermiş olan figürler var. Bunları 2024 Türkiye’sinde nasıl realize edebiliriz? Çünkü ihtiyaçlar değişiyor. Sonuçta yani sınıfsal kavramlar da yeniden yorumlanıyor geldiğimiz yerde.
O zaman yeni topluma dönük, yeni bir toplumcu belediyecilik anlayışı yaratmamız gerekiyor. Burada da belediye başkanı olarak olmasa da belediye başkanımla omuz omuza, Kadıköy’de Mesut Kösedağı ile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde de aynı şekilde Ekrem Başkan’ımızla beraber bu süreci sağlayabileceğimizi düşünüyorum.
Ben 2019 seçimlerindeki başarının bu aritmetik bir başarı olmaktan öte, önümüzdeki süreçte o başarının daha da siyasi temellerinin yerine oturacağını düşünüyorum. Ve 2028’e doğru giderken aslında kudretini, gücünü, temelini halktan alan toplumcu belediyeciliğin karşı karşıya bırakıldığınız sorunlara çözüm olacağını düşünüyorum. Biz burada güçlü bir yerel yönetim anlayışıyla bu sürece dahil olursak, o zaman 2028 Türkiye’sinde de daha toplumcu bir alan yaratabileceğimizi düşünüyorum.
Yeni Halkçılık ya da Kıyıya Attığımız Halatı Kim Yakalayacak?